Kuran-ı Kerim

Mâide Suresi 54. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Mâide Suresi 54. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

Mâide Suresi 54. ayeti ne anlatıyor? Mâide Suresi 54. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

Mâide Suresi 54. Ayetinin Arapçası:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

Mâide Suresi 54. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allah onların yerine yakında zamanda öyle bir nesil getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı kuvvetli ve onurludurlar. Allah yolunda cihâd ederler ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın öyle bir lutfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, lutfu ve rahmeti pek geniş olan, her şeyi hakkiyle bilendir.

Mâide Suresi 54. Ayetinin Tefsiri:

Din,
Allah Teâlâ’nın insanlığa ihsan ettiği en büyük emanetidir. Bu emaneti yüklenme
ve taşıma sorumluluğu varlıklar içinde yalnızca insana verilmiştir. Hz. Âdem’den
beri insanlar içinde bu din emanetine sahip çıkanlar olduğu gibi, sahip
çıkmayanlar da olmuştur. Bir dönem bu emaneti elinde barındırdığı halde,
hakkını veremediği için onu elinden kaçıranlar da bulunmaktadır. Önceki
âyetlerde beyân edildiği gibi kalplerinde nifak hastalığı bulunan ve bozuk bir
karaktere sahip olan münafık tipli kimselerin İslâm emanetini taşımalarını,
sıhhatli bir toplum düzeni oluşturmalarını ve hayırlı bir netice elde
etmelerini beklemek olabilecek değildir. Dolayısıyla Allah Teâlâ mü’minleri bu tür
zaafiyetlerden arındırmak, dinde sâbit-kadem olmalarını sağlamak ve istediği
mü’min şahsiyetini elde etmelerine yardımcı olmak üzere sevdiği ve razı olduğu
bireylerin vasıflarını saymaktadır. Onlar da şu hususiyetlerin bulunduğunu beyân
etmektedir:

Birincisi;
Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Allah’ın hususi olarak seçtiği
bu toplumun karakter yapısında sevgi ön plana çıkmaktadır. Bu kimseler;

“Mâsivâ hubbün et gönülden dûr,

Kalbin etsin muhabbetin pür nûr” (Fuzûlî)

“Allah’tan
başka tüm varlıkların ve fânî sevdaların sevgisini gönlünden uzaklaştır ki,
kalbindeki Allah sevgisi tertemiz hâle gelsin ve güneş gibi parıldasın” beytinde
işaret edildiği biçimde gönül âlemlerini masivânın kirlerinden arındırmışlar,
ilâhî muhabbete engel olacak her türlü arızâyı gidermişler, mânevî
hastalıklarını tedavi etmişler ve hakiki mânada sevme ve sevilme derecesine
ulaşmışlardır. Bu derece, Allah’ın onları sevmesi, onların da Allah’ı
sevmesidir. Nitekim bir diğer âyet-i kerîmede, “Gerçek mü’minlerin Allah’a
olan sevgileri, her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir”
(Bakara 2/165)
buyrularak bu gerçeğe temas edilmektedir.

Nitekim
İbrâhim Düsukî (k.s.), Allah Teâlâ’ya kulları içinde en sevgili olanların
özeliklerini şöyle sayar:

 
“Kalbi en temiz olan,

 
Edep yerlerini koruyan,

 
Dilini kötülükten saklayan,

 
Elini kötülükten çeken,

 
En çok iffetli olan ve affetmeyi pek seven,

 
Bir de iyilik etmeye ve ikrama koşan,

 
Sonra gönlü geniş, zikri birden fazla olan.” (Velîler Ansiklopedisi,
II, 603)

İkincisi;
onlar, mü’minlere karşı son derece alçak gönüllü ve şefkatli, kâfirlere karşı
da şiddetli ve onurludurlar. İlâhî muhabbeti kalplerine yerleştiren bu mümtaz
kimseler, taşıdıkları iman ve muhabbetin saikıyla mü’minlere karşı çok kibar
ve şefkatli, kâfirlere karşı ise izzetli ve kuvvetli davranırlar. Bir taraftan
sahip oldukları istidat, ilim, makam, mevki, mal ve serveti müslümanların
lehine kullanırken, diğer taraftan İslâm düşmanlarına karşı sert, dirençli ve
tavizsiz bir duruş sergilerler. Fani menfaatler karşısında izzet, şeref ve
onurlarına leke sürdürmezler. Zaten imanın ilk meyvesi, sevdiğini Allah için
sevmek, buğzettiğine Allah için buğzetmek ve ehline merhametli olmaktır.
Nitekim mü’minlerin ayrıntı kısmını beyân eden bir diğer âyet-i kerîmede, “Peygamber’in
bununla birlikte bulunan mü’minler kâfirlere karşı çok sert ve tavizsiz, kendi
aralarında gayet merhametlidirler”
(Feth 48/29) buyrulur.

Mü’minin
mü’min kardeşine göstermesi gereken merhamet ve muhabbetin ölçüsünü anlayabilme
yönünden İbrâhim b. Edhem (k.s.)’un şu davranışı pek güzeldir:

O,
bir adamla arkadaş oldu. Zamanı geldi, ayrılmaları gerekti. Arkadaşı sordu:

“-
Uzun zaman arkadaşlık yaptık. Benim bir aybımı gördünse söyle ondan vazgeçeyim,
beni ikaz et, uyandır…”

Dinledi;
şu cevabı verdi:

“Kardeşim,
sende bir ayıp görmedim. Beni seni dâimâ sevgi gözüyle gördüm. Onun için iyi
buldum. Senden her gördüğüm de hoştu. Ayıp soruyorsan bana sorma; başkasına
sor…” (Velîler Ansiklopedisi, I, 227)

Üçüncüsü;
onlar Allah yolunda cihâd ederler. Mallarını ve canlarını seferber ederek ve
ellerinde bulunan her türlü imkânları tercih ederek Allah’ın dininin tebliğ
edilmesi, öğrenilmesi ve yaşanmasını sağlamak maksadıyla gayret gösterirler. Resûlullah
(s.a.s.)’in şu davranışı bu hususta ne güzel bir örnektir:

Bir
gün Resûlullah (s.a.s.), Muhâcirler ve Ensâr’dan bâzılarıyla birlikte Muâz b.
Cebel (r.a.)’ı Yemen’e vâli olarak uğurlamaya çıkmıştı. Muâz (r.a.) binek
üzerinde, Allah Resûlü ise onun yanında yaya olarak gidiyordu. Hz. Muâz:

“–Yâ
Resûlallah! Ben binitliyim, Siz ise yayasınız! Ben de inip sizinle ve
ashâbınızla birlikte yürüsem olmaz mı?” diye mahcûbiyetini kelimelerine ekledi. Onu
teskîn eden Efendimiz, kendisini meşgûl eden esas düşüncenin ne olduğunu şöyle ifade
buyurdu:

“–Ey Muâz! Bu adımlarımın, Allah yolunda atılan adımlar olmasını
arzu ediyorum.”
(Diyârbekrî, Târihu’l-hamîs, Beyrut, ts, II, 142)

Dördüncüsü;
Allah’ın dinini yaşarken ve tebliğ ederken hiçbir kınayanın kınamasından
korkmazlar. Korku, bir şeyi yanlış yapma ve neticesinin ne bulunacağını
kestirememe düşüncesinden doğar. Bu kimseler, yaptıklarını bilinçli olarak
yaptıklarından, Allah’ın emrine uygun davrandıkları hususunda şüpheleri
olmadığından ve akıbetin kendi lehlerine tecelli edeceğine inandıklarından
dolayı onlarda masiva korkusu ömrünü tüketmiştir. Dolayısıyla kimsenin
kınamasına da aldırış etmezler. Onların kalplerinde yalnızca Rablerini razı etme
arzusu ve farkında olmadan bu rızâya mani herhangi bir şey yapma korkusu
mevcuttur. Şu beyit âyetin bahsettiği toplumun güzel hâlini anlatır:

“Bir kavm ki ciddiyet ile hâdim-i Hak’tır,

Her türlü fütûhât-ı ilâhîye ehaktır.” (Üsküdarlı
Tal’at Bey)

“Eğer
bir toplum bütün gayret ve ciddiyetiyle Cenâb-ı Hakk’ın dinine hizmete
sarılırsa, kuşkusuz onlar her türlü ilâhî fetihlere layık olurlar.”

Peki,
Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmış bu seçkin mü’min topluluğun dostları
kimdir, kimler olmalıdır:

Mâide Suresi tefsiri için tıklayınız…

Ayrıca Bakınız.  Hûd Suresi 39. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mâide Suresi 54. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın