Kuran-ı Kerim

Mâide Suresi 2. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Mâide Suresi 2. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

Mâide Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? Mâide Suresi 2. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

Mâide Suresi 2. Ayetinin Arapçası:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًاۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

Mâide Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ey iman edenler! Allah’ın dîninin alâmetlerine, haram aylara, Kâbe’ye armağan edilen kurbanlık hayvanlar ile onların boyunlarına takılan gerdanlıklara, Rablerinin lutuf ve rızâsını isteyerek Beyt-i Harâm’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman isteğe göre avlanabilirsiniz. Mescid-i Harâm’ı ziyaretinizi engellediler diye bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi onlara karşı saldırganlık yapmaya sevk etmesin. İyilik ve takvâda birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.

Mâide Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:

Âyet-i
kerîme Dubey‘a oğullarından Hutam ile ilgili inmiştir. Adı Şurayh b. Dubey‘a
el-Kindî idi. Hutam, Yemâme’den Medine-i Münevvere’ye Peygamber (s.a.v.)’i
görmeye gelir. Yanındaki atlıları Medine dışında bırakarak yalnız başına
Efendimiz’in huzuruna girer ve: “İnsanları neye davet ediyorsun?” diye sorar. Allah
Resûlü (s.a.s.): “Allah’ın tek ilâh olduğuna şehâdet etmeye, namazı kılmaya,
zekâtı vermeye” buyurur. Efendimiz’in davetini kabul etmiş görünerek: “Lakin,
kabilem içinde kendilerine danışmadan karar veremeyeceğim büyüklerim var, ben
onlara geri döneyim, belki müslüman olur, onları da size getiririm” der ve
oradan ayrılır. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ashâbına, Hutam yanına girdiğinde: “Yanınıza
şeytanın diliyle konuşan bir adam girdi”
; çıktığında da: “Bu adam sizin
yanınıza kâfir yüzüyle girmişti, bir zalimin çıkışıyla çıktı. Bu adam müslüman
filân değil”
buyurmuştu. Nitekim Hutam Medine’den çıkarken Medinelilerin
otlamak üzere dışarı saldıkları hayvanlarını sürüp götürür. müslümanlar peşine
düşerlerse de kaçıp kurtulur, yakalayamazlar. Daha sonra Allah Resûlü (s.a.s.)
Umretu’l-kazâ[1] için
Mekke-i Mükerreme’ye girdiğinde Yemâme hacılarının telbiyesini işitir ve ashâbına:
“Bunlar Hutam ve dostları” buyurur. Hutam, Medinelilere ait olup da
gasbederek götürdüğü hayvanları hacda kurban olmak üzere nişanlamış ve Ka’be’de
kurban edilmek üzere getirmiştir. Efendimiz’in yanında bulunan müslümanlar
Hutam’ı yakalamak üzere ona doğru harekete geçince bu âyet-i kerîme nâzil olur.
(Vâhidi, s. 19; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, VI, 78-79)

Âyet-i
kerîmede genelde Allah’ın bütün emirlerine, özel olarak da hac ve umre ile
alakalı bir kısım alâmet ve işaretlere saygı gösterilmesi, hürmetsizlik
edilmemesi istenir. اَلشَّعَائِرُ (şe‘âir), alâmet, işaret
ve nişan gibi mânalara gelen اَلشَّع۪يرَةُ
(şa‘îre) kelimesinin çoğuludur. “Allah’ın şe‘âiri”, Cenâb-ı Hakk’ın kullardan
yerine getirmelerini istediği dinî mükellefiyetler, ibâdet ve taatlere işaret
eden alâmetlerdir. Mesela ihram, mîkatler, cemreler, Safa ve Merve, Meş‘ar-i
Haram, Arafe, tavaf ve sa‘y[2],
kurban, tıraş olma ve ihramdan çıkma gibi durumlar hac ve umre için birer
nişânedir.

“Haram
ay”, savaşın haram olduğu aydır. Hicrî takvime göre bunlar Zilkâde, Zilhicce,
Muharrem ve Recep aylarıdır. اَلْهَدْيُ
(hedy), Allah’a mânen yaklaşmak için yahut bir cinâyetten dolayı kefâret olarak
kesilmek üzere Harem-i Şerif’e götürülen yahut gönderilen kurbana denir. اَلْقَلَائِدُ (kalâid), gerdanlık mânasındaki اَلْقِلَادَةُ (kılâde) kelimesinin çoğuludur. Harem-i
Şerif’e gönderilen kurbanların boyunlarına, kurbanlık olduğunun bilinmesi ve
onlara saldırılmaması için bağlanan nesnelere bu isim verilir. Aynı zamanda
boyunlarına gerdanlık takılmış olan kurbanlıklara da “kalâid” denilir.

Bütün
bunlara lâyık oldukları hürmet gösterilmeli; Allah’tan dünyaya ait bir ticaret
ve O’nun hoşnutluğunu arzulayarak Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlere de mâni
olunmamalıdır. Ziyaretlerine müsaade edilmeli, özellikle hac aylarında asayişin
muhafaza edilmesina çok daha dikkat gösterilmelidir.

Âyetin,
“Mescid-i Haram’ı ziyaretinizi engellediler diye bir topluluğa duyduğunuz
öfke, sakın sizi onlara karşı saldırganlık yapmaya sevk etmesin. İyilik ve
takvâda birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmayın.
Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir”
(Mâide 5/2) kısmı,
mü’minleri daima itidalli olmaya, haksızlıktan uzak durmaya; günah, eziyet ve
düşmanlıkların önünü almaya ve hep iyilik ve takvâda yardımlaşmaya
yönlendirmektedir. Nitekim müşrikler hicretin 6. senesinde umre için Mekke’ye
gelen müslümanları engelleyerek şehre sokmamışlar, Kabe’yi tavaf etmelerine
müsaade etmemişlerdi. An­cak bir yıl sonra müslümanların Kâbe’yi tavaf
etmelerine izin verileceği hükmünü içeren Hudeybiye Antlaşması yapıldı. Âyetten
anlaşıldığına göre müşriklerin müslümanlara karşı hasmane tutumları ve bu arada
onları büyük bir hasretle arzuladık­ları Kabe ziyaretinden engellemeleri bazı
müslümanları intikam alma düşüncesine sevk etmiş, müslümanlar Mekke’yi
fethederek oranın yönetimini ellerine geçirince bazı kimseler önceden
kendilerine kötülük etmiş olanları cezalandırmak ve ya­pılan kötülüklere
misillemede bulunmak istemişlerdi. Lakin âyet, bu hâdisenin müslü­manların
eziyet yapmalarına bir gerekçe olamayacağını bildirmiş, onları af ve iyilik
yolunu tutmaya teşvik etmiştir.

Peygamber
Efendimiz (s.a.s.) de ümmetini her hâlükârda iyilik ve yardım etmeye çağırarak:
“Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurmuştur. “Ey
Allah’ın Rasûlü! Kardeşim mazlum ise yardım ederim, zalim ise nasıl yardım
edeyim?” diye sorulunca da: “Onu zulmetmekten önüne geçersin, senin ona
yardımın budur”
cevabını vermiştir. (Buhârî, Mezâlim 4)

Allah
Teâlâ, bu âyette iyilik üzere yardımlaşmaya teşvik­te bulunup bunu, kendisine
karşı takvâlı olmakla birlikte zikreder. Takvâda Allah’ın rızâsı, iyilik de ise
bireylerin rızâsı mevcuttur. Dolayısıyla Allah’ın rızâsı ile insanları hoşnut
etmeyi bir ara­ya getirebilenler, tam mânasıyla huzur ve mutluluğu yakalama imkânı
bulurlar. İyilik ve takvâ üzere yardımlaş­mak çeşitli şekillerde olabilir.
Mesela âlim ilmi ile, zengin malıyla insanlara yardımcı olmaktadır. Yiğit olan kimse
de Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olmaktadır. Hâsılı müslümanlar,
yaşamın her alanında birbirini destekleyen ve birbirine yardım eden iki el gibi
olmalıdır­lar.

Hz. Ebûbekir’in şu hâli bu hususta ne güzel
bir misâldir:

Birgün Allah Resûlü (s.a.s.) ashâbından yanında bulunanlara:

–İçinizde bugün kim oruçludur?” diye sordu.
Hz. Ebûbekir:

“–Ben oruçluyum, yâ Rasûlallah!” dedi. Efendimiz:

“−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?” buyurdu.
Ebûbekir (r.a.):

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Peygamber Efendimiz:

Bugün kim bir
yoksul doyurdu?”
diye sordu. Hz. Ebûbekir:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Fahr-i Kâinat (s.a.s.) Efendimiz:

Bugün bir
hasta ziyâretinde bulunanınız var mı?”
diye sordu. Yine Ebûbekir (r.a.):

“–Ben, ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.)
şöyle buyurdu:

Kim bu sâlih
amelleri bir araya getirirse o mutlaka cennete girer.”
(Müslim,
Fedâilu’s-Sahâbe 12)

Nitekim
şâir şu öğüdü verir:

“Olmak istersen dü âlemde saîd

Kıl takarrub hayre, ol şerden bâid.” (Mehmed Es‘ad)

“Dünyada
da, âhirette de mesut olmak ve Allah’ı hoşnut etmek istiyorsan dâimâ iyilik
peşinde koş ve kötülüklerden uzaklaş.”

Birinci
âyette işaret edildiği üzere eti haram olan hayvanlar ile ilgili buyruluyor ki:

[1]Umretu’l-kaza:
Resûlullah (s.a.s.) ashabıyla birlikte hicretin altıncı yılı Hudeybiye
seferinin gerçekleştiği sene yapamadıkları, fakat bir yıl sonra yedinci yılda
kaza ederek yaptıkları umre.

Ayrıca Bakınız.  En'âm Suresi 44. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

[2]Mîkat:
İhrama girilen yerler. Cemre: Minâ’da şeytan taşlamak üzere atılan
taşlar. Tavaf: İbadet kastıyla Kâbe’nin etrafında dönme. S‘ay:
Safâ ile Merve içinde yürüyüş.

Mâide Suresi tefsiri için tıklayınız…

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mâide Suresi 2. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın