Ra’d Suresi 27. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Ra’d Suresi 27. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Ra’d Suresi 27. ayeti ne anlatıyor? Ra’d Suresi 27. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Ra’d Suresi 27. Ayetinin Arapçası:
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ
Ra’d Suresi 27. Ayetinin Meali (Anlamı):
İnkâr edenler: “O’na Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil miydi?” diyorlar. De ki: “Allah, dilediği kimsenin doğru yoldan sapmasına fırsat verir; kendisine gönülden yönelenleri ise doğru yola eriştirir.”
Ra’d Suresi 27. Ayetinin Tefsiri:
İnkârcıların
doğru yolu bulamamalarının, mûcize gösterilip gösterilmemesiyle alakalı bir yönü
yoktur. Eksik olan mûcize değil, doğru yolu bulma arzusudur. Bu bir tercih
meselesidir. Tercihini sapıklıktan yana kullananları Allah sapıklıkta bırakır.
Onlar bu sapıklık içinde şaşkın şaşkın dolaşır dururlar. Allah’a yönelip
tercihini hidâyetten yana kullananları ise Allah doğru yola ulaştırır.
Görüldüğü üzere tercih ve sorumluluk kula, yapılan tercihe göre sonucu yaratmak
ise Allah’a aittir.
Kendi
arzularıyla Allah’a gönül verip doğru yola erenler, inanılacak hususlara
hakkiyle iman eden ve Allah’ın zikriyle kalpleri huzur ve itminâna eren
bireylerdir.
Kalpleri
huzura kavuşturan “Allah’ın zikri”nden maksat şunlar olabilir:
›
Allah Teâlâ’yı birlemek, O’nun güzel isimlerini zikretmek: Bu
kimseler “Lâ ilâhe ilallah” diyerek Allah’ı birlerler. Böylelikle kalpleri huzur
ve sukûna erer. Kalpleri, dilleriyle birlikte Yüce Allah’ın esmâ-i hüsnâsını,
husûsiyle “Allah” ismini zikre devam etmek suretiyle mutmain olur.
›
Bundan maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Gerçekten de birden fazla âyette Kur’ân-ı
Kerîm “zikir” olarak tavsif edilir. (bk. Enbiyâ’ 21/50; Hicr 15/9) Kur’an,
Allah’ın bir hatırlatması, en açık tebliği, en büyük bir mûcizesi ve en faydalı
bir âyeti ve en muknî bir delilidir. Kalpler onun tilâveti ve âyetleri üzerinde
tefekkürle mutmain olur, huzur ve sükûna erer. Çünkü gönüller, farkında
oldukları yahut olmadıkları sorularının cevabını orda bulurlar. Gönül aradığı
yanıtları buldukça rahatlar, ikna olur, huzura erer.
›
Burada, Allah’ı hatırlatan ve O’nun birliğini gösteren deliller
üzerinde düşünmek, böylece O’nun sonsuz kudret ve azametini idrak etmekle
kalplerin huzur bulacağı mânası da mevcuttur.
Gerçekten
de kalpler fakat Allah Teâlâ’yı keyfiyetli ve şartlarına uygun bir zikirle
çalkantılardan kurtulup huzura erer. Çünkü bütün varlıkların ve oluşların
başlangıcı da sonu da Allah’a bağlıdır. Sebepler zinciri Allah Teâlâ’dan başlar
ve yine dönüp dolaşarak O’nda son bulur. Mümkün ve olabilecek olan her şeyin
akışı Cenâb-ı Hak’ta kesilir. Allah, kendinden daha üstü ve daha ötesi olmayan,
sınırdan ve miktardan münezzeh olan yüceler yücesi bir zattır. Bu bakımdan
gerek dış dünya çapındaki varlıklarda, gerek vicdanda O’ndan daha ilerisi yoktur. Bu
nedenle insan kalbiyle Allah deyince, O’nun sonsuz kudret ve azametini tefekkür
edince, düşünceler hareket alanının son noktasına erişmiş, mantıklar durmuş,
bütün duygular, bütün korkular ve ümitler son durağına dayanmış bulunur. Kalbin
başka bir yöne doğru hareketine imkân ve ihtimal kalmaz. Gönüller O’nun dışında
hangi dünya nimetine meylederse etsin, hangi isteğe ulaşırsa ulaşsın, onların
hepsinin daha iyisi ve daha üstünü, daha ötesi bulunduğundan, hiçbirinde karar
kılamaz. Hiçbiri ruhun hasretini gideremez, heyecanını doyum noktasına
ulaştıramaz. Kalp, imkân bulduğu takdirde haz ve lezzette daha yükseğine ulaşmak
ister. Lakin kalp ilâhî mârifetten, Allah’ı zikirden zevk almaya başlayınca,
bütün maksatların ve bütün işlerin Allah’a yönelmiş olduğunu anlar ve artık
O’ndan yüksek bir makam ve merciye, O’nun dışında bir maksuda geçmek olabilecek
olmaz. Bu mânayı şâir şöyle dile getirmeye çalışır:
“Envâr-ı
feyze mazhar olur kalbi sâf olan
Almakda
mâh mihr-i cihântâbdan fürûğ.” (Aynî, Ayıntablı Hasan)
“Kalbi
tertemiz olan insanlardır ki, kendilerine verilen feyizden hisselerini alırlar
ve olgunlaşırlar. Tıpkı ayın güneşten ışık alarak bir nûr kaynağı hâline
gelmesi gibi.”
Bundan dolayıdır ki, mârifetullaha
yükselemeyen ve Allah’ı zikretmeyen kâfir ve gafil kalpler, hiçbir zaman
ıstıraptan kurtulamaz, kalp huzuru, gönül huzuru adı verilen mutluluğu tadamaz.
Huzur bulamaz, çırpınır durur. Üstelik bu çırpınış, geçici nedenlerin, boş
emellerin sarsılıp yıkılışından kaynaklanan bir hicran acısıdır. Bu acı, hakiki
mânada “Allah” demedikçe sürekli olarak olarak devam eder gider. Lakin Allah Teâlâ’nın celâl ve azamet iksiri
o kalbe düştüğü zaman, onu hiçbir değişme ve bozulmayı kabul etmeyen, bâkî, saf
ve nûrânî bir cevher haline dönüştürür. Böylelikle kalp, Allah’ın zikri ile en
yüce bir itminân mertebesine yükselme imkânı bulur. Dünyanın ve âhiretin
benzersiz saadetine erer:
Ra’d Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Ra’d Suresi 27. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/