Ra’d Suresi 20. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Ra’d Suresi 20. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Ra’d Suresi 20. ayeti ne anlatıyor? Ra’d Suresi 20. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Ra’d Suresi 20. Ayetinin Arapçası:
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ
Ra’d Suresi 20. Ayetinin Meali (Anlamı):
Onlar, Allah’a verdikleri sözü kesinlikle yerine getirirler; verdikleri sözden dönmezler.
Ra’d Suresi 20. Ayetinin Tefsiri:
Burada mü’min ile kâfirin durumlarını karşı karşıya geldirarak anlatan bir misal verilir. Mü’min, Resûlullah (s.a.s.)’e indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu bilir, ona inanır. Kâfir ise onu kabul etmez. Dolayısıyla “körlük”ten maksat, kalp körlüğüdür. Dini bilip tanımayan kimse, kalbi kör bir kimsedir. Dinin emirlerini ve yasaklarını bilen, bunlardan ibret ve öğüt alanlar ise gerçek, üstün ve temiz akıl sahibi bireylerdir. Bunlar, şu mümtaz vasıflara sahiptirler:
› Allah’ın bütün ahitlerini yerine getirirler. Bu ahitler, Allah’ın kullarına öğrettiği tüm emir ve yasaklardır. Allah’a verdikleri kulluk sözünde durur, tevhidi muhafaza eder ve ilâhî tâlimatların sınırları içinde bulunurlar. Vefâsızlık edip kelimelerinden dönmez, yemin ve antlaşmalarını bozmazlar.
› Allah’ın gözetilmesini ve yerine getirilmesini istediği konuları gözetip yerine getirirler. İfâ edilmesi gereken her türlü hak ve hukuk bu ifadenin muhtevasına dâhildir. Hülasa olarak onlar Allah’ın, peygamberlerin, âlimlerin, akrabaların, komşuların, bütün mü’minlerin, zimmet ehli olan gayri müslimlerin, bütün bireylerin, hatta bütün hayvan, bitki ve cansız varlıkların hukukuna riâyet ederler. Çünkü yaratılmışların hakkına riâyet, Yaratan’ın hakkına riâyet demektir.
› Allah’ın kudret ve azameti karşısında derin bir saygı içinde bulunur, ürperir, O’na karşı günah işlemekten çekinir ve azabından sakınırlar. اَلْخَشْيَةُ (haşyet), mü’minin hevâ heves meydanlarında dolaşmasına mâni olan bir gem, yine onu takvâ istikâmetinde hareket etmeye çeken bir yulardır.
› Âhirette de kötü bir hesaba maruz kalmaktan, inceden inceye hesaba çekilmekten ve hesap verirken kötü bir duruma düşmekten son derece korkarlar. Allah huzurunda önceden hiç hesaba katmadıkları günahların ortaya çıkmasından titrerler. Hesaba çekilmeden evvel, kendilerini hesaba çekerler.
Şâir Nahîfî ne güzel söyler:
“Kâmil odur her nefes âkıbet-endîş ola
Sonunu fikr etmeyen sonra peşiman olur.”[1]
Anlatıldığına göre bir vezir Zünnûn Mısrî hazretleriyle görüşmeye gider. Birlikte otururlarken vezir şöyle der:
“- Gece gündüz padişahın hizmetindeyim, işleriyle meşgulüm. Onun iyiliğini bekliyorum. Lakin sonunda bana darılmasından korkuyorum. Lütfen bana himmet ediniz, duada bulununuz.”
Zünnûn ağlayarak şöyle karşılık verir:
“- Eğer senin hükümdardan korkutuğun kadar ben Allah’tan korksaydım, bugün Allah Teâlâ’nın sevdiği doğru ve içten güzel kullarından olurdum.” (Sâdi Şirâzî, Gülistan, s. 61)
› Sırf Allah rızâsı için zahmetlere katlanıp, hak yolunda sabır ve sebat gösterirler.
› Namazları hakkını vererek, âdâb ve erkânına riâyet ederek, dosdoğru kılarlar.
› Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızıklardan gizlice ve açıktan, zekât ve sadaka olarak cömertçe infak ederler.
› Kötülüğü iyilikle savarlar. Sâlih ameller işleyerek kötü amelleri uzaklaştırırlar. Şerri hayırla bertaraf ederler. Kötü ve çirkin kelimeleri selâmla; zulmü affetmekle; günahı tevbeyle; cahillerin saygısızlık ve edepsizliklerini hilimle bertaraf ederler. Bir kötülük yapmak istediklerinde ondan vazgeçer ve hemen Allah’tan mağfiret dilerler. Nitekim bir âyet-i kerîmede: “Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir” (Hûd 11/114) buyrulur. Peygamberimiz (s.a.s.) de: “Kötülüğün ardından hemen iyiliği yetiştir ki onu silsin. İnsanlarla da güzel bir ahlâk ile geçin” (Tirmizî, Birr 55) tavsiyesinde bulunur. Yine Efendimiz: “Hayır fakat hayırdan gelir. Hayır fakat hayırdan gelir. Hayır fakat hayırdan gelir” (İbn Mâce, Fiten 18) buyurur. Bizim, “İyiliğe iyilik her birinin kârı, kötülüğe iyilik er birinin kârı” atasözümüz, bu gerçeği hülasa eder.
Muhammed Lütfi (k.s.) ne güzel söyler:
“Âşık der ki: İnci den den
İncinme incidenden
Kemâlde noksan imiş
İncinen incidenden.”[2]
Hak dostlarından İbrâhim b. Edhem (k.s.)’un şu hâli âyetin bizden istediği bu güzel ahlâka ne güzel bir misaldir:
İbrâhim b. Edhem Hazretleri, bir sarhoşun pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamış, bunu niçin yaptığını soranlara da:
“–Eğer yüce Allah’ın adını zikretmek için yaratılan dil ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu…” demişti. Adam ayıldığında ona:
“–Horasan zâhidi İbrâhim b. Edhem ağzını yıkadı…” dediler.
Bu durumdan mahcub olan sarhoşun gönlü de uyandı ve:
“−Öyleyse ben de tevbe ettim…” dedi.
Böyle bir hâle vesîle olan İbrâhim b. Edhem Hazretleri’ne rüyâsında Hak katından şöyle nidâ edildi:
“–Sen bizim için onun ağzını yıkadın! Biz de senin için onun kalbini yıkadık!..”
İşte sayılan bu güzel hasletlere sahip olanlar, kullukla ihya ettikleri bu dünya yaşamının neticesinde en büyük mükâfât olan ebedi âhiret nimetine erişeceklerdir. O nimet de şudur:
[1] Âkıbet-endîş: İşin sonunu düşünen.
[2] Den den: Tane tane. Kemâl: Olgunluk, ahlâkî yücelik.
Ra’d Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Ra’d Suresi 20. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/