Nisâ Suresi 36. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Nisâ Suresi 36. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Nisâ Suresi 36. ayeti ne anlatıyor? Nisâ Suresi 36. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Nisâ Suresi 36. Ayetinin Arapçası:
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًاۙ
Nisâ Suresi 36. Ayetinin Meali (Anlamı):
Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babanıza iyilikte bulunun. Akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışlara, elinizin altında bulunan köle, câriye, hizmetçi ve işçilere iyilik yapın. Çünkü Allah, kendini beğenen ve çokça övünüp duran kimseleri kesinlikle sevmez.
Nisâ Suresi 36. Ayetinin Tefsiri:
Bu
ve müteakip âyetlerde, sûrenin ana konuları içinde bulunan toplum düzeni ve
insanlar içindeki beşerî münâsebetler ele alınır. İslâm toplum düzeninin
esası Allah’ın birliğine iman etmek, O’na kulluk etmek ve hiçbir şeyi O’na
ortak koşmamak olduğu için, ilk kez bu hususa dikkat çekilir. Bir Allah’a
inanan ve O’na kulluk eden fertlerden müteşekkil bir toplumun birbirleriyle
olan ilişkileri hep iyilik ve ihsan üzerine kurulmalıdır. Buna göre ana baba
başta olmak üzere âyette sayılan gruplara iyi davranmak, onlarla iyi geçinmek
İslâm hukuk ve ahlâkının temel unsurları içinde yer alır. İyilik yapılacak,
iyi davranılacak bireylerin başında ana baba gelir. Başka âyetlerde ve bir çok
hadislerde ana babaya iyi davranılması üzerinde önemle durulur. Ana babadan
sonra yakınlık derecesine göre akrabalara da iyilik edilmeli, “ihsan”
kelimesinin bütün şümulüyle, olabilecek olan her türlü hayır ve iyilik
yapılmalıdır. Sûrenin başından ibu yana zaten yetim hakları üzerinde
özenle durulmakta olup bu âyette tekrar onlara iyi davranılması hususu zikredilmiştir.
Yoksullara iyilik yapmak ise dinimizin her zaman ısrarla vurguladığı bir
ictimâî yardım anlayışının esaslarından biri olma özelliğini taşır. Aynı biçimde komşu hakları
da dinimizde çok önem verilen hususlardan biridir. Resûlullah (s.a.v.) bir çok
hadislerinde komşu haklarına dikkat çekmiş, komşuluğun önemini göstermiştir:
“Cebrâil, komşu hakları üzerinde o kadar önemle durdu ki,
hemen hemen komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim.” (Buharî,
Edeb 28; Müslim, Birr 140-141)
“Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse komşusunu rahatsız
etmesin.”
(Buhârî, Edeb 31; Müslim, İman 74, 75)
“Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna iyilik etsin.” (Müslim,
İman 77)
Yine
Peygamberimiz (s.a.s.), Allah katında en hayırlı komşunun, komşularına en fazla
iyilik yapan kimse olduğunu (Tirmizî, Birr 28) ve komşusunun, kötülük
yapmasından korktuğu kimsenin tam anlamıyla iman etmiş sayılmayacağını (Buhârî,
Edeb 29; Müslim, İman 73) ifade buyurmuştur.
Komşuluk
bunun yanı sıra insanın kişiliğini ve iç dünyasını anlamanın mühim bir vasıtasını
teşkil eder. Bir kişi Hz. Ömer’in yanında başka birinden övgüyle bahsediyordu.
Bir müddet sonra Ömer (r.a.) ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:
“–Onunla
hiç yolculuk yaptın mı?”
“–Hayır.”
“–Alışveriş
gibi ictimâî bir muamelen oldu mu?”
“–Hayır.”
“–Peki
sabah-akşam ona komşu oldun mu?”
“–Hayır.”
Bu
yanıtlar üzerine Hz. Ömer:
“–Kendisinden
başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, sen onu tanımıyorsun” dedi.
(Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut
1990, III, 312)
Âyette
uzak ve yakın komşudan bahsedilir. Yakın komşu, evleri en yakında zamanda olan
komşular, uzak komşu ise nispeten daha uzakta olan komşulardır. Yakın ve uzak
kavramları, akrabalık bağının bulunup bulunmaması yahut müslüman olup olmama
ölçülerine göre de değerlendirilebilir. İslâm’a göre gayri müslim komşuların da
komşuluk hakkı mevcuttur.
Buna
göre:
› Komşu hem
akraba hem de mü’min ise bunun üzerimizde üç hakkı mevcuttur. Akraba hakkı, iman
kardeşiliği hakkı, komşu hakkı.
› Mü’min ise
iki hakkı mevcuttur: İman kardeşliği hakkı ve komşu hakkı.
› Gayr-i müslim
ise, onun da komşuluk hakkı mevcuttur.
Yolda
kalmış olanlara yardım da mühim bir husustur. “Elinizin altında bulunanlar”
Kur’ân’ın nâzil olduğu zamanda köleler için kullanılan bir ifade olup günümüzde
kölelik kaldırılmış, fakat iktisâdî ve içtimâî olarak çok daha yaygın bir
kölelik çeşidi yeryüzüne yayılmıştır. Zamanımızda insanlık haysiyetine
yakışmayacak şartlar altında çalışmak zorunda olan milyonlarca işçi,
işverenlerin ellerinin altında sayılır. Onların haklarına riayet etmek ve
gerekli her türlü insânî yardımda bulunmak, kendilerine düşen bir İslâmî ve
insânî vecibedir. Nitekim Hz. Selman-ı Fârisi’nin şu hâli bu hususta ne güzel
bir numûnedir:
Selmân-ı
Fârisî (r.a.) vâli idi. Ebu Kalaba onun yanına geldi. Hz. Selman kollarını
sıvamış hamur yoğuruyordu. Şaşırdı, sordu:
“-
Bu da ne? Senin hizmetçin yok mu?”
Hz.
Selman şöyle yanıt verdi:
“Var.
Onu bir işe yolladım; hamuru da ben yoğuruyorum. Ona iki görevi birden vermeyi
uygun görmedim.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 397)
Şâir
Es’ad Muhlis Paşa ne güzel söyler:
“Çalış gamginleri şâd etmeye şâd olmak istersen
Sevindir kalb-i nâsı gamdan âzâd olmak istersen.”
“Dâimâ
neşeli olmak istiyorsan, kederli insanları teselli etmeye, neşelendirmeye
çalış. Kedere kapılmamak istiyorsan hemcinslerinin kalplerini sevindir.”
Cenâb-ı
Hak âyetin başında, Allah’a kulluk etmeyi emir buyurmuş ve şirki yasaklamıştı.
Kulluk, gerçek mânasıyla, kulun her türlü benlik ve irade iddiasından vazgeçip
kendini Hakk’ın varlığı ve iradesi önünde yok etmesi demektir. Kulluğun zâhirî
ve bâtınî dereceleri mevcuttur. Her şeyden önce mü’minin şer’î emirlere tamamen
riayet etmesi, sonra da kalbini Hakk’ın tecellîlerine açık tutması gerekir.
Bunun için de şirkten, ama yalnız zâhirî anlamdaki şirkten değil, mecazi
şirkten de uzak durması gerekir ki, bu da âlemde Hak’tan başka bir irade sahibi
görmemeyi, hatta nihâî mertebelerde Hak’tan başkasının varlığını görmemeyi
gerektirir. Mü’min şayet kulluğunu böyle yüksek derecelere çıkartmaya muvaffak
olur ve şirkin her türlüsünden uzak durmayı başarabilirse, güzel ahlâkın her
türlüsü kendiliğinden onda zâhir olmaya başlar. Böyle bir kul yalnız ana-baba
ve akrabalara karşı iyi davranmakla kalmaz, bütün insanlara, bütün canlılara,
hatta canlı cansız bütün varlıklara başka bir gözle bakmayı öğrenir ve kimseye
kötülük yapamaz ve hatta kötülük tasavvur edemez bir hale gelir. İhsan, onun
tabii bir vasfı olur.
Yüce
Allah Kur’ân’da farklı zamanlarda sevmediği kimseleri açıklamıştır. Bunlardan bir
grup da kendini beğenen ve böbürlenip duran insanlardır. Azamet ve kibriyâ,
yücelik ve ululuk yalnız Allah’a mahsustur. Tamamen Allah’ın bahşettiği
varlıkla ve O’na ait olan her türlü imkânlar aracılığıyla diğer insanlara karşı
bir varlık ve üstünlük vehmeden bireyler, Allah’a hakiki mânada kulluk şuurundan
uzak oldukları gibi, âyetin başında yasaklanan şirkten de tamamen kurtulmuş
sayılmazlar.
Bu
tür negatif yönde ilerleyen kimselerin diğer kötü sıfatları açıklanmak üzere
şöyle buyruluyor:
Nisâ Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Nisâ Suresi 36. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/