İslam’ın Birey ve Aileyi Korumak İçin Aldığı Sosyal Önlemler
İslam’ın Birey ve Aileyi Korumak İçin Aldığı Sosyal Önlemler
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için İslam’ın Birey ve Aileyi Korumak İçin Aldığı Sosyal Önlemler ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. İslam’ın Birey ve Aileyi Korumak İçin Aldığı Sosyal Önlemler başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın İslam’ın Birey ve Aileyi Korumak İçin Aldığı Sosyal Önlemler ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Örtünme (tesettür) ile alakalı ayet ve hadisler nelerdir? Erkeğin kadının elini öpmesi, kadının erkekle tokalaşması caiz midir? İslam’ın fert ve aileyi korumak için aldığı sosyal önlemler.
Bütün semavi dinler aileye büyük bir önem vermiştir. Daima nikahla kurulacak aile yuvası esas olmuştur. Bu, Hz. Âdem’le Havva içinde böyle olduğu gibi onların çocuk ve torunları içinde, Kur’ân’da örnek verilen peygamberlerin aile yaşamları boyunca da böyle olmuştur. Hz. İbrahim ile Sâre ve Hacer, Hz. Mûsâ ile Şuayb’ın (a.s.) kızı ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Hz. Hatice başta olmak üzere bütün eşleri buna örnek verebiliriz.
İSLÂM’IN FERT VE AİLEYİ KORUMAK İÇİN ALDIĞI SOSYAL ÖNLEMLER
Yine semavi dinlerde zina yasaklanmış ve kadının iffetini koruması için bir takım önlemler alınmıştır. Tesettür, yabancı erkeklerle ölçülü görüşme ve ev içi hizmetlere yönelme bunlar içinde sayılabilir. Aşağıda İslâm’ın bir aile yuvası içinde yaşayan erkek ve kadınla alakalı olarak getirdiği esasları belirlemeye çalışacağız.
1. Örtünme (Tesettür)
1) Tesettürün niteliği:
Tesettür, arapça “setere” kökünden bir kelime olup, sözlükte; örtünmek, gizlenmek, bir şeyin içinde yahut arkasında saklanmak anlamlarına gelir. Bir fıkıh terimi olarak tesettür, erkek yahut kadının şer’an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine “avret yeri” denir. Gerektiğinde evlenmeleri caiz olan, karşı cinslerin biri diğerinin yanında olunca avret yerlerini örtmesi gerektiğinde görüş birliği mevcuttur. Sağlam görüşe göre, bir kimse tek başına olduğu zaman da örtünmelidir. Buna göre, bir kimsenin temiz elbisesi bulunduğu halde, kimsenin olmadığı yalnız başına bir odada çıplak olarak kılacağı namaz sahih olmaz.[1]
Yıkanma, tuvalet ihtiyacı ve taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında, bir yerde de bulunulsa, mü’minin namaz içinde yahut namaz dışında avret yerlerini örtmesi farzdır. Bunun delili Kur’ân, Sünnet ve sahabe uygulamasıdır.
2) Tesettürün dayandığı deliller:
a) Kur’ân-ı Kerîm’den deliller:
İnsanın örtünme gereksiniminin ilk insan Âdem ve Havva ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu âyette şöyle belirtilir:
“Ey Âdemoğulları! Şeytan ana ve babanızı kötü yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sizi de aldatmasın.” [2]
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir giysi, bir de giyip süsleneceğiniz bir giysi indirdik. Takva örtüsü ise daha hayırlıdır,” [3] Hayvan yünlerinden giysi için yararlanmanın gereğine şöyle işaret edilir:
“Davarları da o yaratmıştır ki, bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu şeyler ve nice yararlar mevcuttur.” [4]
Örtünmenin gayesi başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden sakınmaktır. İnsandaki edep ve haya duygusu örtünmeyi gerektirir. Lakin mü’min erkek ve kadınların örtünmede asıl gayesi Yüce Allâh’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Çünkü Allahü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uymak bir ibadettir. Namaz ve oruç gibi ibadetleri emreden Allah (c.c.), ibadet içinde ve dışında örtünmenin şekil ve sınırlarını da belirlemiştir.
Cahiliye zamanında Arap toplumu Kâbe’yi çıplak tavaf ederlerdi. Gündüz erkekler, gece kadınlar gelir ve tavaflarını anadan doğma yaparlardı. Onlar; “içinde günah işlediğimiz giysilerimizle tavaf yapamayız” diye bir gerekçe de gösterirlerdi.
İşte daha Mekke zamanında İslâm toplumunun tavaf sırasında ve namazda örtünmesi gerektiğini bildiren şu âyet indi:
“Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişte zînetinizi giyin.” [5] Âyet, tavafı ve namaz için mescide gelmeyi kapsamına alır. Buradaki “zînet” sözcüğü “elbise, giysi” olarak tefsir edilmiştir. Böylelikle namaz ve tavaf gibi ibadetlerde avret yerlerinin örtülmesi farizasını İslâm getirmiş oldu.[6] Başka bir âyette; gizli yerlerini örtüp koruyan erkeklerle kadınların Yüce Allâh’ın affına ve büyük bir mükâfata ulaşacakları belirtilir.[7]
Örtünmede karşı cinsin bakışlarından korunmak söz konusu olunca, İslâm bakanla alakalı olarak da bir sınırlama getirmiştir.
Erkeklerin gözlerini sakınması, kadınların iffetini korumak içindir. Âyette şöyle buyurulur:
“Mü’min erkeklere söyle. Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için daha temizdir. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.” [8]
Kadınların örtünmesi hususunda ise şöyle buyurulur:
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zînet yerlerini kendi kocalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden yahut halen kadınların gizli yerlerine müttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz Allâh’a tevbe edin. Umulur ki kurtuluşa eresiniz.” [9]
Âyetteki “humur (baş örtüleri)” sözcüğünün tekili “hımâr” olup, sözlükte; kadının kendisi ile başını örttüğü şey, demektir. Saîd b. Cübeyr (ö. 95/713), baş örtüsünün kadının boyun ve göğüs kısımlarını örtecek ve bunlardan hiçbir şey göstermeyecek nitelikte olması gerektiğini söylemiştir.[10]
Kadınların ev dışında yahut yabancı erkeklerin yanına çıkarken normal ev içi giysilerinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyurulur:
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok yarlığayıcı ve çok esirgeyicidir.” [11]
Ahzâb sûresi ve dolayısı ile yukarıdaki âyet, Medine’de 5-7. hicret senelerı içinde inmiştir. Âyetteki “celâbîb” sözcüğü “cilbâb”’ın çoğulu olup sözlükte; geniş elbise, gömlek ve baş örtüsü gibi anlamlara gelir. Kadını baştan aşağı örten çarşaf, ferace, manto gibi giysiler de cilbab kapsamına girer, “Cilbab” bir fıkıh terimi olarak Elmalılı (ö.1358/1939) aracılığıyla şöyle tarif edilmiştir: “Kadınların elbiselerinin üstüne giydikleri her çeşit giysidir”, “Kadını tepeden tırnağa örten giysidir”, “Kadınların örtündükleri her türlü elbise ve başka şeylerdir.” [12]
Ümmü Atıyye (r. anhâ)’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.) bize ramazan ve kurban bayramı namazlarında azatlı cariyeleri ve yetişkin kızlarımızı birlikte mescide götürmemizi emretti. Lakin ay hali olanlar namaza katılmayacak ve arka taraftan öğüt, konuşma, hutbe ve duaları izleyecekler ve getirilecek tekbirlere katılacaklardı. Hz. Peygamber’e sordum: Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizden birimizin bu çocukları için dış elbisesi (cilbâb) bulunmazsa ne yapalım?”. Hz. Peygamber; “Kardeşi onu kendi cilbabı (dış örtüsü) ile örtsün.” buyurdu.[13]
Diğer yandan kadın yaşlanıp ay halinden kesilir ve cinsel yönden erkeklere istek duymaz olursa, bunun için örtünmede bazı rahatlıklar getirilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Ay halinden kesilmiş ve evlenme arzusu kalmamış olan yaşlı kadınların zînet yerlerini göstermemek şartıyla dış örtülerini bırakmalarında kendileri için bir sakınca yoktur. Bunun yanında, yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.” [14]
Örtünmenin âhiret yaşamında da söz konusu bulunacağı, îman edip güzel amel işleyenlerin ecri içinde şöyle belirlenir: “Onlar tahtlar üzerinde kurularak orada altın bileziklerle benezenecekler, ince ve kalın saf ipekten yeşil elbiseler giyeceklerdir. Ne güzel sevap ve ne güzel dayanak!” [15] “Şüphesiz Allah, îman edip, güzel iş yapanları altından ırmaklar akan cennetlere sokacak. Orada bunlar altından bileziklerle, incilerle bezenecekler. Orada giysileri de ipektir.” [16] “Onların üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler mevcuttur. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara son derece temiz bir içecek içirmiştir.” [17]
b) Sünnetten deliller:
Hz. Peygamber örtünme ile alakalı yukarıda zikrettiğimiz âyetlerin tefsirini yapmış ve uygulama esaslarını göstermiştir. Bu hususta çeşitli hadisler nakledilmiştir. Biz birkaç tanesini nakledeceğiz.
Hz. Âişe’den rivayete göre bir gün Hz. Ebû Bekr’in kızı Esmâ (ö.73/692) ince bir elbise ile Rasülullah (s.a.v.)’ın huzuruna girmişti, Hz. Peygamber ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esmâ! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir”. Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.[18]
Yine Hz. Âişe’den nakledilen başka bir hadiste; “Allahü Teâlâ ergen kadının namazını baş örtüsüz kabul etmez” buyurulmuştur.[19] Ebû Hanîfe’ye (ö.150/767) göre; bir uzvun dörtte bire kadar olan kısmı açılırsa namaz sahih olurken, açılan kısım uzvun dörtte birini geçerse namaz bozulur. Cinsel uzuv ve arkadan dirhem mikdarı az bir yer bile açılsa namaz batıl olur. Ebû Yûsuf’a (ö.182/798) göre bir uzvun yarısı esas alınmıştır. Yarıdan azının açılması namaza zarar vermezken, fazlası namazı bozar. İmâm Şâfi’ye (ö.204/819) göre ise avret yerinden herhangi bir kısmın açılması namazı bozar.[20]
Hz. Âişe ilk baş örtüsü uygulamasını şöyle anlatır: “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet etsin, onlar; “Baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar…” (en-Nûr, 24/31) âyeti inince etekliklerini kesip bunlardan baş örtüsü yaptılar. Yine Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: “Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ediyorduk. Hz. Âişe dedi ki: Şüphesiz Kureyş kadınlarının bir takım üstünlükleri mevcuttur. Lakin ben, Allâh’a yemin olsun ki, Allâh’ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim, Nûr süresindeki “Kadınlar baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar…” âyeti inince, onların erkekleri bu âyetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allâh’ın kitabını tasdik ve ona îman ederek baş örtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamber’in arkasında baş örtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üzerinde kargalar vardı.” [21]
2. Örtüde Bulunması Gereken Nitelikler:
1) Örtünün el ve yüz dışında bütün bedeni örtmesi:
Kadınların el, yüz ve ayakları dışında, sarkan saçları dahil bütün bedenleri namazda yahut yabancı erkeklerin yanında örtülmesi gerekli olan yerlerdir. El ve yüzün ise bir fitne korkusu bulunmadıkça namazda da namaz dışında da örtülmesi gerekmez. Sağlam görüşe göre ayakların da örtülmesi gerekmez. Çünkü ayaklarla yolda yürünür ve yoksullar için bunları örtme zorluğu mevcuttur. Nitekim “Kadınlar süslerini (yabancı erkeklere) açmasınlar” âyetinde,[22]“kendiliğinden görünen yerler müstesnadır” ilâve istisnası ile, bedenden bazı yerlerin açık kalabileceğine işaret edilmiştir. Yukarıda Allah elçisinin Hz. Ebû Bekr’in kızı Esmâ’ya el ve yüzün açık kalabileceğini açıkladığini belirtmiştik.[23] Başka bir hadiste Allah elçisi; “Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker.” [24] buyurmuştur.
Sonuç olarak en-Nûr Sûre’si 31. âyetteki baş örtüsü (hımâr-humur) ve el-ahzâb Sûresi 59. âyetteki dış giysi (cilbab-celâbîb) terimleri birlikte değerlendirilince, kadın için iki parçalı bir giysi şekli görülmektedir. Birincisi; saç, boyun ve göğüsleri örten ve omuzlara doğru yakaların üstüne serbest bırakılan “baş örtüsü”; ikincisi ise “dış giysi” olup, bunun şekli iki türlü tarif edilmiştir. Baş örtüsünün üzerinden, bedeni aşağıya kadar örten büyük parça giysi yahut baş örtüsünün altında boyundan aşağı topuklara kadar örten dış giysi cilbabın tarifleri içindedır. Hatta cilbaba, baş örtüsü yahut peçe anlamı verenler olduğu gibi Abdullah b. Mes’ud ile Abdullah b. Abbas (r. anhümâ)’nın “rida” yani bedenin üst bölümünü örten dış giysi veya örtü anlamını verdiklerini yukarıda belirtmiştik.[25]
Örtünmenin gayesi zinadan ve yabancı erkeklerin sarkıntılık yapmasından sakındırmak olduğuna göre, giysinin parça sayısına bakmaksızın aşağıda açıklayacağımız nitelikleri taşıması gerekir. Altını göstermemesi, bol olması, karşı cinsin giysisine benzememesi bu nitelikler içinde sayılabilir. Bunları kısaca açıklayacağız.
2) Örtünün altını göstermemesi ve beden hatlarını belli etmemesi:
Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan giysi ile kadın örtülmüş sayılmaz. Bundan dolayı derinin beyazlığı yahut kırmızılığı belli olan elbise ile namaz geçerli olmaz ve bununla örtünme gerçekleşmez. Eğer giysi kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa, bu çirkin görülmekle birlikte namaz geçerli olur. Çünkü bundan kaçınmakta kuvvetlik mevcuttur.
Şâfiilere göre, vücut hatlarını belli eden böyle dar bir giysi ile namaz kılmak kadınlar için mekruhtur, erkeklerin de dar giysiyi terketmesi daha uygundur.[26]
Giysinin geniş ve altını göstermeyen nitelikte olması gerektiğini bildiren çeşitli hadisler mevcuttur. Hz. Ebû Bekr’in kızı Esma (r. anhâ)’nın ince giysilerle Nebî (s.a.v.)’ın huzuruna çıkınca; Allah elçisinin ondan yüz çevirdiğini ve ergenlik çağına giren bir kadının elleri ve yüzü dışında bir yerinin yabancı erkekler aracılığıyla görülmesinin uygun olmadığını ona açıkladığini yukarıda belirtmiştik.[27]
Hz. Peygamber, Dıhye el-Kelbî (r.a.)’e Mısır’da dokunmuş keten bir kumaş vermiş, yarısından kendisine gömlek diktirmesini, diğer yarısından ise eşinin giysi yapmasını bildirmiştir. Lakin ardından şöyle buyurdu: “Eşine git, söyle altına bir gömlek giysin. Çünkü vücut hatlarının ortaya çıkmasından korkarım.” [28] Allâh’ın elçisi benzer ikazyı Ûsâme b. Zeyd’in (r.a.) eşi için de yapmıştır. Şevkânî (ö.1250/1834) bu hadisin açıklamasında şöyle demiştir: “Bu hadise göre, kadınların bedenlerini vücut hatları belli olmayacak biçimde bir giysi ile örtmeleri gerekir. Setri avret için bu şarttır. Usâme’nin eşine “kubtıyye” adı verilen giysinin altına bir gömlek giymesini emretmesi, bu çeşit giysinin şeffaf olması ve vücut hatlarını belli etmesi yüzündendir.” [29]
Şu hadîs-i şerîf de giyimli, fakat çıplak kadınların dünya ve âhiretteki, sıkıcı durumlarını belirtir. “Ümmetimin son dönemlerinde giyimli fakat çıplak bir takım kadınlar olacak, bunların başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Bunları lânetleyin, çünkü onlar lanetlenmişlerdir” Başka bir rivayette; “onlar cennete giremez ve cennetin kokusunu bile bulamazlar.” ilâvesi mevcuttur.[30]
Hz. Âişe’nin huzuruna ince baş örtülü bir gelin getirilmişti. O şöyle dedi: “Nûr sûresine inanan bir hanım böyle ince örtü örtünmez.” dedi.[31]
3) Kadının evden dışarı çıkarken koku sürünmemesi:
Hz. Peygamber güzel kokuyu sever ve ashabına da kokulanmalarını tavsiye ederdi. Hadislerde şöyle buyurulmuştur: “Bana dünya çapından kadın, güzel koku ve gözümün aydınlığı namaz sevdirildi.” [32] “Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir. Utanma, kokulanma, diş temizliği ve evlenme.” [33]
Kadınlar aile içinde yahut kendi cinslerinin topluluklarında koku sürünebilirler. Lakin evden dışarı çıkarken, mescidde veya yabancı erkeklerin bulunduğu yerlerde kokulanmaları bu erkeklerin dikkatlerinin kadınların üstüne çekilmesine yol açar. Bu durumun mescidde meydana gelmesi namazdaki huşuveya engel olabilir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına giderse zinaya bir adım atmış olur.” [34] “Bir kadın koku (buhur) sürünürse, yatsı namazında bizimle birlikte bulunmasın.” [35]
4) Erkeklerin giysisine benzememesi:
Yüce Allah erkek ve kadını ayrı ruh ve beden özellikleri ile yaratmıştır. İslâm giyimde ve insanlararası ilişkilerde bu yaratılışa uygun esaslar getirmiştir. Kadın daha hassas, ince ruhlu ve nârin yapılıdır. Süslenme, süslü giyinme ve zînetlere bezenme onun ruhunda mevcuttur. Bundan dolayı her iki cinsin örtmesi gereken yerler ayrı olduğu gibi, giysi şekil ve taraflarını da semavî dinlerin, ve çevre şartlarının belirlemesi neticesinde değişiklik doğar. O topluma dışarıdan bakan kimse; erkek yahut kadını bu farklı yapı ve giyimleri ile ayırır. Aksi halde erkek gibi giyinen kadın yahut kadın gibi giyinen erkek tipleri görülmektedir ki, bu durum birinin ruhsal yapısında bozulmalara yol açar.
Allâh’ın Rasûlü; giyim, beden yahut davranışları ile erkeğe benzemeye çalışan kadına ve kadına benzemeye çalışan erkeğe lânet etmiştir. Hadislerde şöyle buyurulur: “Kadınlardan erkeklere benzeyenlerle erkeklerden de kadınlara benzeyenler bizden değildir.” [36] Abdullah b. Abbas (r. anhümâ)’dan nakledilmiştir; “Nebî (s.a.v.) erkekleşen kadınlarla, kadınlaşan erkekleri lânetledi ve “onları evlerinden çıkarınız” buyurdu.[37] Abdullah b. Ömer Allah elçisinin şöyle dediğini nakletmiştir: “Üç kimse mevcuttur ki, cennete giremez ve kıyamet günü Allah onlara rahmet bakışı ile bakmaz. Ana-babasını dinlemeyen kimse, erkeklere benzemeye çalışan kadın ve eşini kıskanmayan koca.” [38]
Sonuç olarak örf, iklim ve çevre şartları yönünden erkeğe ait olan giysilere ve erkeğin niteliği ile bağdaşan davranışlara mü’min hanım ve kızlar rağbet etmemelidir. Mü’min erkekler de kadınlara ait giysi ve davranışlara yönelmemelidir. Her cins kendi özellikleri içinde bir değer ifade eder. Ağır başlı, oldukça önemli kadın yarı kadınlaşan bir erkekten hoşlanmayacağı gibi, erkekleşmiş bulunan bir kadın da erkeğin ilgi alanı dışına çıkar. Bunun yanı sıra zînet takma ve ipekli giyme gibi yalnız kadınlara ait oluşu nass’larla belirlenmiş bulunan değerleri örf ve çevre şartları da değiştiremez. Bundan dolayı erkek, ipekli kumaştan giysi giyemeyeceği gibi onun altın, bilezik, küpe, altın zincir ve gerdanlık gibi süsleri takması da caiz olmaz. Diğer yandan bütünü etkilemeyecek nitelikteki çizme, spor ayakkabısı, çorap veya dış giysinin altında kalan geniş pantalon gibi iki cins aracılığıyla giyilebilen şeylerde bir sakınca olmasa gerektir. Çünkü bunların örtünmeye ve iffeti korumaya yardımcı olduğu açıktır.
5) Erkeğin örtünmesi:
Erkeklerin kendi eşleri dışındaki kimselerin yanında veya namazda, göbekle diz kapağı arasını örtmeleri farzdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da avret yeri kapsamına girer. Allahü Teâlâ, “Irzlarını da korusunlar.” [39] buyurur. Burada “ferc, çoğulu furûc” sözcüğü kadının cinsel organı manasına geldiği gibi, her iki cins için “apışarası” anlamını da kapsar. İffet yerini en iyi koruma, örtme ile olabilecek bulunacağı için “avret yerini örtme” de bu kapsama girer.
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır (ö.1358/1939) erkeğin avret mahalli ile alakalı olarak şöyle der: “İnsanın avret mahalli, bilinen cinsel organdan ibaret değil, apışarası adı verilen açıklık boyunca uzar ki, bunun azamisi topuklara kadar varırsa da en yakın bilinen azı, diz üstü oturulduğunda belirleneceği üzere göbek altından dizlere kadardır. Bunun için erkeklerde muhafaza edilmesi ve örtülmesi farz olan bir avret mahalli bu bilinen en az miktarıdır. Fazlasını örtmek ise müstehaptır.” [40]
Erkeğin avret yerinin sınırları hadisle belirlenmiştir. Hz. Peygamber, “Erkeğin avret yeri göbekle iki diz arasıdır.” [41] Dârekutnî’nin naklettiği şu hadisle diz kapakları da bu kapsama girer: “Diz kapakları da avret yerlerindendir.” [42]
Mâlikîlere göre, erkekler için avret yeri yalnız ön ve arka, yani “galiz avret” sayılan yerlerdir. Onlara göre uyluk kısmı avret sayılmaz. Delil Enes b. Malik’ten (ö.91/709) nakledilen şu hadistir: “Bir gün Allâh’ın Rasûlü uylukları açık olarak oturuyordu. Ebû Bekir, yanına girmek için izin istedi, ona bu durumda iken izin verdi. Ömer izin istedi, ona da izin verdi. Sonra Hz. Osman izin isteyince, uylukları üstüne elbisesini örttü.” [43]
Lakin Hanefîlerin de içinde bulunduğu çoğunluk fakihlere göre ön ve arka ile diz kapakları içinde kalan uyluklar da avret yeri kapsamına girer. Çünkü uyluğun avret yeri olduğunu bildiren başka hadisler de mevcuttur.[44]
6) Müslüman bir kadın kimlerin yanında ve nasıl örtünür?
a) Kocasının yanında:
Karı-koca birbirinin bedenlerinin her yanına bakabilirler. Eşler içinde örtünme zorunluluğu söz konusu olmaz. Çünkü İslâmî nikâhla cinsel ilişki bile meşrû olunca, bundan daha hafif olan bakma ve dokunmanın meşrû oluşunda şüphe yoktur. Bunun yanında “galiz avret” sayılan haya yerlerine bakılmaması edebe daha uygundur. Nitekim Hz. Âişe’den; “Ben Nebî (s.a.v.)’in cinsel uzvuna (ferc) hiç bakmadım.”, başka bir rivayette “Onun fercini hiç görmedim, o da benden bir şey görmedi.” dediği nakledilmiştir.[45]
b) Mahrem hısımlarının yanında:
Kadın; baba, oğul, erkek kardeş ve üvey oğul gibi, aralarında ebedî olarak evlenme engeli bulunan hısımlarının yanında el, ayak, kol, saç, kulak, boyun ve dizden aşağı inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helâldir. Çünkü yakınlıkları yüzünden bir takım iş ve hizmetlerin görülmesi, bundan dolayı de bir arada bulunmaları gerekir ve bir fitne düşünülemez. Lakin karın ve sırt kısmını açamaz, bu arsızlık olur. Nitekim zıhar yolu ile boşamada koca, karısına “Sen bana anamın sırtı gibisin” diyerek boşama sürecini başlatır. Zıharı ve pişmanlık durumunda dönüş yöntemini tespit eden âyette[46] annenin sırtına dikkat çekilmiştir. Bundan dolayı annenin sırt ve bunun benzeri olan karın kısmının da yakın hısımlara karşı avret sayılması gerekir.
c) Başka kadınların yanında:
Kadınların kadınlara karşı avret yeri, göbekle diz kapakları içinde kalan kısımdır. Bunun dışındaki yerleri kadınların yanında açabilirler.[47] Lakin müşrik kadınlar bunun dışında tutulmuştur.
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında, komutanı Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’a (ö.18/639) yazdığı şu mektup dikkat çekicidir: “Zimmet ehli (Hristiyan yahut Yahudi kadın tabeanın Müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Onları bundan menet. Çünkü zimmiye bir kadının Müslüman kadını çıplak olarak görmesi uygun değildir.” Lakin şunu da söylemekte yarar var ki, Hz. Ömer Irak yöresinde yerli ehl-i kitap hanımların peştemalsız olarak hamama gittikleri duyumu üzerine böyle bir uyarıda bulunmuştur.[48]
Müslüman bir erkek ehl-i kitaptan bir kadınla evlenebildiğine göre, bunların Müslüman ailenin hısım akrabası içinde normal giysi haklarının bulunduğu da bilinmektedir.
d) Yabancı erkeklerin yanında:
Müslüman bir kadının yabancı erkeklere karşı yüzü, bileklere kadar elleri ve ayakları dışında bedeninin tamamı avrettir. Ayaklarda görüş ayrılığı olmakla birlikte sağlam görüşe göre ayaklar açık kalabilir. Bu yerlerin gerek namaz içinde ve gerekse namaz dışında örtülmesi farzdır. Yukarıda başın ve bedenin örtünme şeklini ve örtüde aranan nitelikleri açıklamıştık. Bundan dolayı kısa geçiyoruz.
e) Zarûret yahut tedavi halinde örtünme:
Tedavi gibi bir zaruret halinde erkek yahut kadının bedenine doktor, ebe, iğneci ve pansumancı gibi kimselerin bakması ve dokunması caizdir. Lakin kadınların sağlık problemlerinde kendi cinslerinden olan doktor, ebe ve sağlık personelini tercih etmeleri gerekir. Bunlar bulunmayınca yahut bulunup da uzmanlık ve beceride geri olması durumunda “Zarûretler sakıncalı olan şeyleri mübah kılar” kuralı işletilir. Lakin zaruretler de miktarlarınca takdir olunur.[49]
3. Erkekle Kadının Arasında El Öpmek yahut Musâfaha Yapmak
Musâfaha sözlükte; el sıkışmak ve tokalaşmak demektir. İslâmî musâfaha; iki birinin karşılaşması hâlinde, selâmlaşmadan sonra daha çok iki el kullanılarak yapılan el sıkışmayı ifade eder. Kimi zaman el öpme, alından öpme yahut kalbler yüz yüze gelecek biçimde sarılma da musâfaha kapsamına girer.
Erkek ve kadınların kendi cinsleriyle karşı karşıya geldiklarında selâm vermelerinin ve bundan sonra musafaha yapmalarının sünnet olduğu hususunda görüş birliği mevcuttur. Verilen selâmın alınması ise vâcip hükmündedir.
Hz. Peygamberin musafahayı teşvik eden çeşitli hadisleri ve uygulamaları mevcuttur. Onun her karşılaşmada musafaha yaptığı,[50] musafahayı iki eliyle yaptığı[51] ve elini muhatabından önce çekmediği rivayet edilmiştir.[52] Diğer yandan musafahanın, selâmlaşmanın tamamlayıcısı olduğu bildirilmiştir.[53] Başka bir hadiste şöyle buyurulur: “İki Müslüman karşılaşınca musafaha yaparlarsa, günahları mağfiret olunur”, başka bir rivayette; “elleri içinden günahları dökülür, gider.” ilâvesi mevcuttur.[54]
Musafaha kapsamına, kendileriyle evlenilmesi ebedî olarak haram olan yakın hısımlar da girer. Bundan dolayı bir kadın kendi hemcinsleriyle musafaha yaptığı gibi; oğul, torun, baba, dede, erkek kardeş, yeğen, amca, dayı, büyük amca, büyük dayı, kayınpeder, üvey oğul, süt oğul yahut süt baba gibi nesep veya süt hısımları ile musafaha, el öpme yahut el öptürme yapabilir. Lakin fitne korkusu olunca, kadın bu hısımlardan kimilerine karşı da mesafeli durmalıdır. Üvey oğul, yahut süt hısımları ile genç üvey anne bu kapsama girebilir.
Diğer yandan fitne korkusu bulunmayınca kimi yaşlı kadınların eli öpülebileceği gibi, yine ufak kız çocuklarına da el öptürülebilir. Nitekim Hz. Ebû Bekrin yaşlı hanımlarla musafaha yaptığı ve Abdullah b. Zübeyr’in (r.a.) hastalığı sırasında kendisine hizmet etmek üzere yaşlı bir kadını hizmetçi tuttuğu nakledilmiştir.[55]
Yaşlı kadınların süslerini göstermemek şartıyla üst giysilerden bazısını çıkarabileceklerini bildiren âyet,[56] onlarla musafahanın cevâzına delil olarak getirilmiştir.
Evin hanımına cinsel ilgi duymayan hizmetçi, aşçı ve benzerleri ile, kadınların gizli kadınlık hallerinden anlamayan çocuklar da yaşlı kadın gibi sayılır. Bundan dolayı onlarla da musafaha yapılmasında bir sakınca görülmez.
Müctehitlerin büyük çoğunluğuna göre, örtünme âyetindeki “süs yerlerinden açıkta kalan kısımlar örtünme kapsamı dışındadır.” [57] manasına gelen istisna, “el ve yüz”ü ifade eder.
Bu hususta en sağlam delil, “kötülüğe giden yolu kapama (seddü’z-zerâ)” prensibidir. Bu da, fitne ve şehvet korkusundan güvende olmayı gerektirir.
Hz. Peygamber’in kadınlardan bîat almanın esaslarını tespit eden âyet inince,[58] Hz. Âişe bu bîatin yapılış şeklini şöyle anlatır: “Mü’min kadınlardan âyetteki şartları kabul edene, Hz. Peygamber sözlü olarak “seninle bîat yaptım” diyordu. Allâh’a yemin olsun ki, bîat sırasında onun eli hiç bir kadının eline değmemiştir.” [59]
Diğer yandan Hz. Peygamber’in kimi zaman bir kumaş üzerine elini koyarak yahut elini bir su kabına batırarak, kadınların da aynı şeyi yaparak bîat ettikleri nakledilmiştir.[60]
4. Kadınların Erkek Toplumu İçinde Yerini Alması
1) Kadınların namazı cemaatle kılması:
Hz. Peygamber zamanında kadınlar da beş vakit namaza, cum’a ve bayram namazlarına cemaat olarak katılıyorlardı. Lakin erkekler ön, kadınlar ise arka saflarda yerlerini alıyordu. Mescid içinde gerçekte iki topluluk vardı. Lakin bunlar ihtilât (erkek-kadın karışık) olmaksızın ayrı yerlerde yer alıyor ve mescid cemaatının bir bölümünü oluşturuyorlardı.
Kadınlar önceleri istedikleri kapıdan girebilirken, giriş ve çıkışlarda görülen izdiham yüzünden Hz. Peygamber, kapılardan birisinin kadınlara ayrılmasını emir buyurmuştur. Bu kapı günümüzde de “kadınlar kapısı (bâbu’n-nisâ)” adını almaktadır.
Sahabe hanımları cuma namazlarına da giderlerdi. Nitekim bir kadın “kaf” sûresini cuma namazlarında uzun süre bizzat Nebî (s.a.v.)’den dinleyerek ezberlemiş ve Hz. Ömer’in mehrin azaltılmasını istediği cuma hutbesine, arkadan bir kadın cemaat, mehre sınır getirmeyen en-Nisâ Sûresi 20. âyeti okuyarak itiraz etmiştir.
2) Kadınlara ait ilim meclisi oluşturulması:
Kadınlar erkek topluluklarında, istedikleri gibi soru sorup İslâm’ı öğrenemediklerini anlayınca, Hz. Peygamber’den kendileri için özel bir gün belirlemesini istediler. Nebî (s.a.v.) onlara haftada birgün tespit etti ve o günde yalnız hanımların irşadı ile meşgul oldu.[61]
Günümüzde çalışma yaşamında ve eğitim kurumlarında erkek ve kadının aynı ortamda çalışması ve eğitim görmesi teâmül haline gelmiştir. Buna benzer mekanlarda tesettür, edep ve âdâb sınırlarının muhafaza edilmesi gerekir.
3) Kadınların çeşitli gazvelere katılması:
Bazı sahabe hanımlarının gazvelere katılarak mücahidlere moral verdikleri, yemek bir araya getirdikları, hastabakıcılık ve yaraları sarma gibi geri hizmetlerde bulundukları bilinmektedir.
Nitekim Ümmü Atıyye (r. anhâ) Hz. Peygamberle birlikte yedi gazveye katılmış,[62] Hz. Âişe ve Ümmü Süleym Uhud gazvesinde geri hizmetlerde bulunmuş,[63] başka yedi kadın sahabe de Hayber’i kuşatan orduya katılarak mühim geri hizmetleri başarı ile yürütmüşlerdir.[64]
Huneyn gününde bir hançer edinen Ümmü Seleme, bunu ne yapacağını soran Rasûlüllah (s.a.v.)’a; “Eğer müşriklerden birisi bana yaklaşırsa, bununla onun karnını yaracağım” diye yanıt vermiştir.[65]
Sahabe hanımlarının erkeklerin yanında savaşa katılma istek ve arzuları sonraki senelerda da sürdü. Nitekim, ileride İslâm ordusunun deniz seferine çıkacağını Allâh’ın Rasulünden öğrenen Ümmü Haram (r. anhâ); Hz. Peygamberden, kendisinin de bu ordunun içinde bulunması için Allâh’a dua etmesini istemiş ve Hz. Peygamber dua etmiştir.[66] Nitekim Ümmü Haram, Hz. Osman (ö.35/655) devrinde, kocası Ubâde b. es-Sâmit (ö.34/654) ile birlikte Kıbrıs’ın fethi için deniz yolculuğuna çıkmış ve Kıbrıs’ta bindiği hayvanından düşerek vefat etmiştir. Kabri Kıbrısta’dır.
İslâm’ın ilk dönemlerindeki kadınların bu faaliyetleri erkeklerin yanında ve çoğu kere onların toplulukları içinde yapılmıştır. Lakin bütün bunlar İslâmi ölçü, edep ve haya sınırları içinde olmuş, ihtilâta, yalnızlığa ve tenha yerlerde başbaşa kalmaya fırsat verilmemiştir.
4) Geçmiş şeriatlerde kadın-erkek ilişkisi:
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş peygamberlere verilen örneklerdeki erkek-kadın ilişkilerinde de aynı edep ve inceliğin korunduğu görülür. Meselâ;
a) Mısır’ı bırakıp Medyen diyarına giden Mûsâ (a.s.) şehir kenarında koyunlarını sulamak için sıra bekleyen iki genç kıza yardım teklif eder, koyunlar sulandıktan sonra eve giden kızlardan birisi geri gelerek utana utana Mûsâ’nın yanına gelir ve babasının, su çekme fiyatını vermek üzere kendisini eve çağırdığını bildirir. Kızların babası ise Şuayb Peygamberdir. Yine iki kızdan birisinin isteği üzerine Mûsâ (a.s.), Şuayb (a.s.)’ın koyunlarına çoban olur ve onun kızı ile evlenir. Kur’ân-ı Kerîm’de uzun olarak anlatılan bu kıssadan günümüz aile yapısı için alınacak ibretler olduğunda şüphe yoktur.[67]
b) Hz. Meryem de gençlik çağında Mescid-i Aksa çıkışında kendisine ayrılan odada yaşarken teyzesinin kocası olan Hz. Zekeriyya O’nun yanına girer ve maişeti ile ilgilenirdi. Lakin bu arada meleklerin Hz. Meryem’e yemek ikram ettikleri görülür. Allahü Teâlâ olayı şöyle bildirir: Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık bulur ve; “Ey Meryem! bu sana nereden geliyor?” der, o da: “Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir” [68]
c) Sebe’ Melikesi Belkıs’ın Süleyman (a.s.)’ın hak dine çağıran mektubunu alınca, kavmi ile yaptığı istişare toplantısı Kur’ân’da şöyle haber verilir: “Sonra Melike dedi ki: Beyler! Bu işimde bana bir fikir verin. Bilirsiniz ki, siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam. Onlar şu cevabı verdiler: Biz kuvvetli kuvvetli insanlarız. Zorlu savaşçılarız. Emir senindir, artık ne buyuracağını sen düşün. Melike: Hükümdarlar bir ülkeye girince, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlarda böyle yapacaklardır, dedi.” [69]
Daha sonra Yemen yöresinden Kudüs’e gelen Belkıs, Süleyman (a.s.)’ın kurduğu medeniyet ve saraylar karşısında hayran kalır ve şu kelimeleriyle hak dine girer: “Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allâh’a teslim oldum.” [70]
Bu âyetlerde bir kadının, devletin en üst düzey bir görevinde, ciddiyet ve ağırbaşlılıkla ülkesinin sorununi görüşmek üzere toplantı yaptığı ve efkâr-ı umumiyeden destek alarak hareket etmeyi tercih ettiği görülmektedir. Diğer yandan heyetleriyle Hz. Süleyman’ın beldesine ve sarayına kadar gelen Belkıs özel olarak yaptırılan billur köşklerde ağırlanmış olup, bu güzel muâmelenin onun hak dine girmesinde etkili olduğunda şüphe yoktur.
Yukarıda gösterilen geçmiş şeriatlar âyet yahut sahih hadisle neshedildiği bildirilmediği sürece bizim için de geçerlidir. Nitekim, Allahü Teâlâ, şöyle buyurmuştur: “İşte o peygamberler Allâh’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy.” [71]
Sonuç olarak yukarıda arzettiğimiz âyet, hadis ve sahabe uygulamalarından da anlaşılacağı gibi İslâm, erkek ve kadının bir arada bulunmasını prensip olarak yasaklamış değildir. Bu, temelde caiz olup maslahata yönelik bulununca istenen bir şeydir. Lakin bu görüşmenin İslâmî edep ve ölçü sınırları içinde olması gerekir.
Dipnotlar:
[1] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Mısır (t.y.), I, 375. [2] A’râf, 7/27. [3] A’râf, 7/26. [4] Nahl, 16/5. [5] A’râf, 7/31. [6] bk. Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, tahk. M. es-Sâdık Kamhâvî, Kahire (t.y.), IV, 205 vd.; Elmalılı, age 2. baskı, İstanbul 1960, III, 2151, 2152. [7] bk. Ahzâb, 33/35. [8] Nûr, 24/30. [9] Nûr, 24/31. [10] bk. Kurtubî, age, XII, 153; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, thk. M. Ali es-Sâbûnî, 7. baskı, Beyrut 1402/1981, II, 600; Elmalılı age İst. (t.y.), VI, 15. [11] Ahzâb, 33/59. [12] Elmalılı age, VI, 337. [13] bk. Buhârî, Hyz, 23, Salât, 2, îdeyn, 20, Hac, 81; Müslim îdeyn, 10-12; Tirmizi, Cuma. 36; İbn Mâce, ikâme, 165; İbn Hanbel, V, 84; Nevevî (ö. 676/1277); hadisin doğru anlamının şöyle olması gerektiğini söyler: «Kendisine gerekli olmayan başka bir dış örtü ile onu örtsün.» bk. Sahîhu Müslim, Çağrı Yayınevi baskısı, İst. 1992,1, 606, dip not; 3; Kurtubî, age, XIV, 156. [14] Nûr, 24/60. [15] Kehf, 18/31. [16] Hac, 22/23. [17] İnsân, 76/21. [18] Ebû Dâvûd, Libâs, 31; Ebû Dâvûd bu hadise «mürsel» demiştir. Çünkü Hâlid b. Düreyk bunu Hz. Âişe’den işitmemiştir. bk. Kurtubî, age, XII, 152; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, V, 137. [19] İbn Mâce Tahâre, 132; Ebû Dâvûd, Salât, 84; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259. [20] bk. Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, II, 68; eş-Şâfîî, el-Ümm, I, 77; Zühaylî, el-Fıkhu’l- İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, I, 585, 586; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1992, s. 226-228. [21] Buhârî, Tefsîru Sûre, 24/12; Ebû Dâvûd, Libâs, 29; Ahmed b. Hanbel, VI, 188; İbn Kesîr, age, II, 600. [22] Nûr, 24/31. [23] bk. Ebû Dâvûd, Libâs, 31. [24] Tirmizi, Radâ, 18. Ebû İsâ, bu hadise “hasen-garip” demiştir. [25] bk. Kurtubî, age, XIV, 156; Elmalılı, age, VI, 337. Not: Hac’da ihrama giren erkeklerin üst kısıma örttükleri peştemala «ridâ», alt peştemala ise «izar» denir. [26] bk. Şâfiî, el-Ümm, I, 78; Elbânî, Hicab, Terc. Akif Nuri, İst. 1976, s. 58, 59 Döndüren, age, s. 228. [27] Ebû Dâvûd, Libâs, 31; Heysemî, age, V, 137. [28] Kurtubî, age, XIV 156. [29] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, II, 97. [30] Müslim, Libâs, 125, Cennet, 52; A. b. Hanbel, II, 223, 356, 440. [31] Kurtubî, age, XIV 157. [32] Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 1; İbn Hanbel, III, 128, 199, 245, 255, 285, 296. [33] Tirmizi, Nikâh, 1; A. B. Hanbel, V, 421. [34] Tirmizî, Edeb, 35; Nesâî, Zine, 35. [35] Müslim, Salât, 143; Ebû Dâvûd, Tercccül, 7; Nesâî, Zîne, 37, 38, 74; İbn Hanbel, II, 304. [36] Buhârî, Libâs, 61; Ebû Dâvûd, Libâs, 27; Tirmizî, Edeb, 34; İbn Mâce, Nikâh, 22. [37] Buhârî, Libâs, 62, Hudûd, 33; Ebû Dâvûd, Edeb, 53; A. b. Hanbel, I, 225. [38] Ahmed b. Hanbel, II, 134. [39] Nûr, 24/30. «Mescide gelirken güzel elbiselerinizi giyin» âyeti de erkeğin tesettürünün olduğunu gösterir. bk. A’râf, 7/31. [40] Elmalılı, age, VI, 12, 13. [41] Ahmed b. Hanbel, II, 187. [42] Zeylaî, Nasbu’r-Râye, 2. baskı, Kahire 1357/1938, I, 297. [43] Şevkânî, age, II, 63, 64. [44] bk. Buhârî, Salât, 12; Ebû Dâvûd, Hammâm, 1; Tirmizî, Edeb, 40; İbn, Hanbel, III, 478, 479, V, 290. [45] bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 63, 190; Kurtubî, age, XII, 154. [46] Mücâdele, 58/1-4; bk, Elmalılı, age, VII, 450 vd. [47] Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 45. [48] Kurtubî, age, XII, 155. [49] Mecelle, mad. 21, 22. [50] A. b. Hanbel, V, 163, 168. [51] Buhârî, İsti’zân, 28. [52] İbn Mâce, Edeb, 21. [53] Tirmizî, İsti’zân, 31; A. b. Hanbel, V, 260; bk. Nisâ, 4/86. [54] bk. Ebû Dâvûd, Edeb, 142; Tirmizî, İsti’zân, 31; İbn Mâce, Edeb, 15; A. b. Hanbel, IV, 289, 303; ilâve için bk. Mâlik, Muvattâ’, Hüsn’ül Huluk, 16. [55] Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 155 vd. [56] bk. Nûr, 24/31. [57] Nûr, 24/31. [58] Mumtehine, 60/12. [59] bk. Buhârî, Ahkâm 49, Şurût, 1, Tefsîru Sûre 65/2, Talâk, 20; Müslim, İmâre, 88, 89; Ebû Dâvûd, İmâre, 9; Tirmizî, Tefsiru sûre 60/2; İbn Mâce, Cihâd, 43; A. b. Hanbel, VI, 114, 154, 270. [60] Nesâî, Bîat, 18; İbn Mâce, Cihâd, 43; Mâlik, Muvatta’, Bîa, 2; A. b. Hanbel, II, 213, VI, 357, 454, 459. [61] bk. Buhârî, İlm, 36, A. b. Hanbel, III, 34; Nevzat Aşık, Sahabe ve Hadis Rivayeti, İzmir, 1981, s. 78 vd. [62] Müslim, Cihâd, 141; İbn Mâce, Cihâd, 37; Dârimî, Cihâd, 29; A. b. Hanbel, V, 84. [63] bk. Buhârî, Cihâd, 65, 66, Menâkıbu’l-Ensâr, 18, Megâzî 18; Müslim, Cihâd, 136. [64] A.b. Hanbel, V, 271; Ebû Dâvûd, Cihâd, 141. [65] Müslim, Cihâd, 134. [66] Buhârî, Cihâd, 3,4, Ta’bir, 12; Müslim, İmâre, 160,182; Nisâî, Cihâd, 40; İbn Mâce, Cihâd, 10. [67] bk. Kasas, 28/23-26. [68] Al-i İmrân, 3/37. [69] Neml, 2/32-34. [70] Neml, 27/44. [71] En’âm, 6/90.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/