Kuran-ı Kerim

Hûd Suresi 106. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Hûd Suresi 106. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

Hûd Suresi 106. ayeti ne anlatıyor? Hûd Suresi 106. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

Hûd Suresi 106. Ayetinin Arapçası:

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ

Hûd Suresi 106. Ayetinin Meali (Anlamı):

Bedbaht olanlar ateştedirler. O ateş kabarıp indikçe, onlar da her nefes alıp verişte hırıltılar, feryatlar ve hıçkırıklar içinde âdeta boğulurlar.

Hûd Suresi 106. Ayetinin Tefsiri:

Kıyamet
gününün farklı yerleri ve merhaleleri mevcuttur. Orada öyle yerler var ki herkesin
nutku tutulur, hiç kimse konuşamaz. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Bugün,
onların tek bir kelime bile edemeyecekleri bir gündür. Kendilerine izin
verilmez ki, özür dileyebilsinler.”
(Mürselât 77/35-36) Öyle yerler var ki,
orada fakat Allah Teâlâ’nın izin verdiği kimseler konuşacak, konuştuğunda da
fakat doğruyu söyleyecektir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “O gün
Rahmân’ın izin verdiklerinden başkası konuşamaz. Konuşan da fakat doğru ve
uygun olanı söyler”
(Nebe’ 78/38); “İzni olmadan O’nun huzurunda kim
kalkıp da şefaat edebilir?”
(Bakara 2/255) Orada öyle devreler olacak ki,
orada herkes kendini savunabilmek için mücadele edecektir: “Mahşer günü
herkes gelip yalnızca kendisini kurtarmaya çalışacaktır”
(Nahl 16/111); “Derken
birbirlerine dönüp, karşılıklı söz düellosuna başlarlar.”
(Sâffât 37/27) Bu
devrelerin bazısında da bireylerin ağızlarına mühür vurulacak; onların elleri
konuşacak ve ayakları şâhitlik edecektir. (bk. Yâsîn 36/65)

Mahşer
halkının bir kısmı bedbaht olacak, bir kısmı da bahtiyar olacaktır. Bedbaht
olanlar cehenneme atılacaktır. Cehennemde duydukları ıstırap ve çektikleri acı
sebebiyle çok fecî bir nefes alış verişleri olacaktır. Solurken göğüs geçirip
hıçkıracaklar; görülmemiş bir biçimde nefes alıp vereceklerdir. Acıdan inleyip
feryat edeceklerdir. Aslını söylemek gerekirse اَلزَّف۪يرُ
(zefir) “nefesi kuvvetlikle ve sıkıntılı bir biçimde vermek”, اَلشَّه۪يقُ (şehîk) ise aynı tarzda geri almak
demektir. Bu iki kelime Arapçada esasen merkeplerin ilk anırma anları ile
anırmalarını bitirirken çıkardıkları sesi anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla
maksat bedbahtların bağırmalarını merkep anırmasına benzetmektir. Bunların
cehennemde çıkardıkları sesler, merkeplerin çıkardığı çirkin sesler gibi
olacaktır. Nitekim bu durum dünya çapında bile özellikle boğulma, asılma, başının
vurulması gibi belâlara maruz kalan kimselerde görülür. Bu esnâda bazı
suçluların sığır böğürtüsü gibi böğürdükleri ve seslerinin çok enteresanlaşmaya vardığı
müşâhede edilir. Âhiretin ise dünya çapından kat be kat daha sıkıntılı olduğu bir
hakikattir.

Gökler
ve yer ayakta durdukça o bedbahtlar cehennemde ebedi duracaklardır. “Göklerle
yerin ayakta durması” sözü, diğer Kur’an âyetlerinin açıkça haber verdiği gibi
(bk. Cin 72/23) ebediliği beyân eder. Çünkü burada sözü edilen “gökler ve yer”,
şu an mevcut olan gökler ve yer değil, “Kıyamet günü yer başka bir yerle,
gökler de başka göklerle değiştirilir”
(İbrâhim 14/48) âyetinde
altı çizildiği üzere, âhiret âlemine mahsus yaratılacak olan “gökler ve yer”
olacaktır. Âhiret âlemi ebedi olduğu gibi, o âlemin gökleri ve yeri de ebedi
olacaktır. Dolayısıyla bu ifade, hakiki mânada bir ebedilikten bahseder.
Nitekim, cennetliklerle alakalı gelen “kesintisi olmayan bir ihsan” kaydı da
bunu destekler. “Rabbinin dilediği müstesnâ” kaydına gelince, Allah Teâlâ’yı
bağlayan, O’nu bazı şeyleri yapmaya mecbur eden hiçbir güç, hiçbir kanun
yoktur. Her şey O’nun dilemesine bağlıdır. Cehennemin ve cehennemliklerin
durumu da öyledir. Cenâb-ı Hak dilediğini ebedi olarak ateşte bırakır;
dilediğini affedip oradan çıkarabilir. Dilediğini başka azaplara düçar
kılabilir. Lakin Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın cehennemin ebediliğini ve
oraya kâfir olarak girenlerin de orada ebedî kalacağını dilediğini haber
vermektedir. Bunun yanında günahkâr mü’minler cehennemde ebedi olarak
kalmayacak, oradan çıkarılacaklardır.

Bahtiyarlar
ise cennette olacaklar ve âhiret gökleri ve yerleri ayakta durdukça orada ebedi
kalacaklardır. Manevî derecelerine göre nimetlere nâil olacaklar, ilâhî rızâ ve
cemâlullah lutuflarına erişeceklerdir. Onlar için bitmeyen nimetler, kesintisiz
ihsanlar, sonsuz bir Allah vergisi olarak ikram edilecektir. “Cennetin
yiyecekleri de, gölgesi de devamlıdır.”
(Ra‘d 13/35) İlâhî rızâ nimeti de
ebedîdir. Nitekim
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

 “Allah Teâlâ cennetliklere:

«- Ey cennet
sâkinleri! diye seslenir.» Onlar da:

«- Buyur Rabbimiz!
Emret! Bütün hayır ve iyilikler senin elindedir» derler. Allah Teâlâ: 

«- Halinizden
tatmin musunuz?» diye sorar. Onlar:

«- Nasıl tatmin
olmayalım, Rabbimiz. Sen bize, hiç kimseye vermediğin bunca nimetler ihsan
ettin» derler. Allah Teâlâ:

«- Size bunlardan
daha kıymetlisini vereyim mi?» buyurur. Cennetlikler:

«- Bunlardan daha
kıymetlisi  ne olabilir, Rabbimiz!»
derler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:

«- Üzerinize rızâmı
indiriyorum; bundan sonra size hiç gazap etmeyeceğim» buyurur.”
(Buhârî, Rikak 5; Müslim, Cennet 9)

Zaten
birden fazla âyette de cennetin ebedî olduğu kaydı açıkça bulunmaktadır. (bk. Nisâ
4/122; Beyine 98/8)

O
halde:

Hûd Suresi tefsiri için tıklayınız…

Ayrıca Bakınız.  Tevbe Suresi 125. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Hûd Suresi 106. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın