Bakara Suresi 256. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 256. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Bakara Suresi 256. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 256. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Bakara Suresi 256. Ayetinin Arapçası:
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Bakara Suresi 256. Ayetinin Meali (Anlamı):
Dinde zorlama yoktur. Gerçekten doğru eğriden ayrılıp iyice belli olmuştur. Artık kim şeytânî güçleri inkâr edip Allah’a inanırsa, muhakkak kopması olabilecek olmayan sağlam bir kulpa sarılmış olur. Allah, işitendir, bilendir.
Bakara Suresi 256. Ayetinin Tefsiri:
İslâm,
hem bireylerin bir dini benimsemelerinde hem de dinin hâricinde herhangi bir
hususta “zorlama”yı yasaklamıştır. Sadece dîne değil, her neye olursa olsun İslâm’a
göre “zorlama” sayılabilecek bütün fiiller haram kılınmıştır. Dinin hedefi,
zorlamak değil, hak ve özgürlüklerine karşı girişilen bu tecâvüz ve baskıdan
insanları korumaktır. Dolayısıyla İslâm dininin hâkim olduğu yerlerde zorlama
bulunmaz yahut bulunmamalıdır. müslümanların böyle bir hedefi gerçekleştirme
vazifeleri mevcuttur.
Din;
iman ve amelden meydana gelir. Kişinin, gönüllü olarak bir dine girmesi, onun iman
esaslarını kabul etmesi ve emirlerini yerine getirmesi gerekir. Karşılığını
alabilmek için dinin emir ve yasakalrının güzel bir niyet ve gönül hoşluğuyla
ifâ edilme şartı mevcuttur. İman gönül işidir. Dolayısıyla bir insanın sözle
“inandım” dese bile zorla inanması olabilecek değildir. Zorla kılınan namazdan,
tutulan oruçtan ve yapılan herhangi bir işten de istenen neticenin
alınamayacağı açıktır. O halde İslâm’a göre herkes vazifesini kendi özgür irade
ve yaşlııyla yapmalı ve herhangi bir zorlama olmadan yaşamalıdır. Cihadın
hikmeti de budur. İnsanları zorlama ve baskılardan korumak, Allah’ın kelimesini
yüceltmek, hiç kimseyi sahip olduğu inançtan zorla çıkarmaya çalışmayıp,
bilakis hakkın gönüllü olarak kabul edilmesini ve yayılmasını sağlamak, buna
engel olmak isteyenleri ve onların zorlamalarını da bertaraf etmektir. Yoksa
insanları bir dini kabule yahut din değiştirmeye zorlamak değildir. Bu hususa
ışık tutan bir âyet-i kerîme meâli şöyledir:
“Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunan herkes tabi ki topluca
iman ederdi. Durum böyleyken sen şimdi iman edinceye kadar insanları zorlayıp
duracak mısın? Oysa Allah’ın izni olmadan hiçbir birinin iman etmesi olabilecek
değildir. Allah, akıllarını kullanmayanların kalpleri üzerine manevî pislikler
yağdırır.” (Yûnus 10/99-100)
İslâm’ın
ilk senelerında müşriklerin baskı, eziyet ve işkencelerine karşı müslümanlara
fiilî müdâhele yasaklanarak yalnızca sabretmeleri tavsiye edilmiş, Mekke dönemi
bu biçimde sonlanmıştır. Medine’ye hicret edip bir devlet kurularak belli bir
kuvvet görülmektedirıldıkten sonra, önce zulme uğramaları sebebiyle savaşmalarına
izin verilmiş (Hac 22/39), sonra haddi aşmamak şartıyla kendileriyle
savaşanlarla Allah yolunda savaşmaları emredilmiş (Bakara 2/190), bunu
müteakiben ise fitne kalmayıncaya ve hâkimiyet yalnızca Allah’ın oluncaya kadar kâfirlerle
savaşmaları (Bakara 2/193) istenmiştir. Hudeybiye anlaşması ve Mekke’nin
fethiyle bu hedefe de ulaşılmış, sonra bu âyet-i kerîme gelerek dinde zorlamayı
tamamen ortadan kaldırmıştır. Lakin savaş durumları, müslüman toplum düzenini
yıkmaya çalışanlara müdâhele, zorlamalara mukabele ve işlenen suçlara ceza bu
hükmün dışındadır. Zorlamanın olmaması için İslâm toplumunda fitne kalmayacak,
diğer din mensupları cizyelerini vererek kanunlara uygun yaşayacak ve toplum
düzenini bozup başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar verecek durumlar
bulunmayacaktır. Zira bu tür durumlara ait hükümlerin ayrı olarak
değerlendirilmesi ve uygulanması gerekir.
İslâm’ın
hükümlerinin açıklanması, ferdî ve ictimâî hayatta yaşanıp yerleşmesiyle hakla bâtıl,
hayırla şer, doğruyla eğri olan, imanla küfür tam anlamıyla birbirinden ayrılmış
ve gerçek açıkça ortaya çıkmıştır. İsteyen hür iradesiyle doğruyu da eğriyi de
seçebilir: “De ki: «Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen
inkâr etsin.»” (Kehf 18/29) âyeti de bu hususa tasvir eder. Lakin kim hür
iradesini imandan yana kullanır, önce şeytânî güçleri reddeder, لَا إِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ (lâ ilâhe illallah) “Allah’tan
başka ilâh yoktur” diyerek bütün putları kalbinden siler, akabinde Allah’a ve
O’nun istediği hususlara iman ederse kopması asla olabilecek olmayan en sağlam
kulpa sarılmış olur. Bu sağlam kulp, Allah’ın kullarını cennete ulaştırmak için
indirdiği Kur’an kulpudur. Kur’an’ın öğrettiği İslâm, iman ve ihsan kulpudur.
Âyette geçen الطَّاغُوتُ (tâğût) kelimesi,
“azgın, azman, azdıran, sınırları aşan, tuğyân eden” mânalarına gelir. Kur’an
dilinde bu kelime insan, şeytan, put, nefis, hevâ ve heves gibi Allah’ın
dışında kendisine tapılan her şeyi ifade eder. O halde tâğûtların çürük,
asılsız, kırılıp dökülecek ve kendilerini tutunanı düşürüp parçalayacak
kulplarına değil, ezelden ebede şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, uyuklamaz, hayy ve
kayyûm, bütün yer ve göklerin yegâne sahibi, sonsuz ilim, hikmet, güç ve kudret
sahibi Allah’ın kopmaz, yıpranmaz, kırılmaz sapasağlam kulpuna bütün
varlığımızla sarılmak aklın bir gereğidir. Bu hayatî imtihanı başarabilenin
dostu ve yardımcısı Allah olacaktır:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 256. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/