Kuran-ı Kerim

Âl-i İmrân Suresi 104. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 104. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

Âl-i İmrân Suresi 104. ayeti ne anlatıyor? Âl-i İmrân Suresi 104. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

Âl-i İmrân Suresi 104. Ayetinin Arapçası:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Âl-i İmrân Suresi 104. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ey mü’minler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan seçkin bir topluluk bulunsun. İşte onlar, doğru ve kalıcı yatırım yapıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Âl-i İmrân Suresi 104. Ayetinin Tefsiri:

Hayra
davet, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama bütün müslümanlara farz-ı kifâyedir.
Bu vazife yerine getirilmeyince hiçbir müslüman mesuliyetten kurtulamaz. Hitap
bütün mü’minlere olduğu için onların vazifesi, içlerinden bu sorumluluğu yerine
getirecek belli, özel bir topluluk yetiştirmek, onlara yardım ve ittiba etmek
suretiyle bu görevi yerine getirtmektir. Böyle bir grup teşkil edilip
vazifelendirildikten sonra tebliğ vazifesi bizzat onlar üzerine farz-ı ayın
olur. Lakin bunlar görevlerini yerine getirmezlerse, sorumluluk önce bunlara,
ikinci olarak da tekrar müslümanların hepsine düşer.

Ayette
geçen اَلْخَيْرُ (hayır) kelimesi,
“dine ve dünyaya ait her türlü iyi, güzel ve yararlı olan şeyler” mânasına
gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de umumiyetle bu kelime; Allah’ın rızâsına uygun düşen,
fert, aile ve toplumun faydasına olan, âhirette sevap kazandıran tutum ve
davranışlar, fert ve toplum menfaatine olan servet, mülk, müessese ve düzen­lemeler
anlamında kullanılmıştır. Bunların zıddı olan şeylerden de “şer” olarak
bahsedilir. Burada zikredilen “hayır”dan maksat, ilk kez tevhid ve
İslâm’dır.  İyiliği emretmek ve kötülüğü
yasaklamak da bunun mühim bir kısmını teşkil eder. Bu bakımdan emredilmesi
istenen “ma‘rûf”, İslâm’ın getirdiği, uygun gördüğü ve onayladığı her türlü
iyiliktir. “Münker” de İslâm’ın yasakladığı ve onaylamadığı her türlü
kötülüktür. Şunu belirtmek gerekir ki iyiliği ve kötülüğü Allah’ın sapasağlam
ipi olan İslâm’dan başka ölçüyle ölçmeye kalkmak, nefse ait arzulara uymaktır
ki, bu, bir sonraki âyette yasaklanan anlaşmazlık ve uyuşmazlığı hortlakmaktan
başka bir şey değildir.

Hayra
davet, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamak hususunda Allah Resûlü (s.a.s.)’in
çok mühim ikazları mevcuttur. Bunlardan birkaçı şöyledir:

“Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve
zalimin iki elini tutup onu doğruyu kabule zorlarsınız veya bunu yapamadığınız
takdirde Allah, sizin iyilerinizin kalplerini de kötülerinkine ben­zetir ve
önceden İsrâiloğulları’na ettiği gibi size de lânet eder.”
(Ebû Dâvûd,
Melâhim 17)

“Sizden bir kötülük gören kişi onu eliyle önlesin. Buna gücü
yetmeyen diliyle karşı çıksın. Bunu da yapamayan o kötülüğe kalbiyle buğzetsin.
Sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, İman 78; Tirmizî, Fiten
11)

Allah Resûlü (s.a.s.), iyiliği emir ve
kötülüğü yasaklama işinin toplumun ihyâsı ve devamı yönünden ne kadar hayatî
olduğunu bir misalle şöyle açıklar:

“Allah’ın çizdiği sınırları
aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek
üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına,
bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde
üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:

«–Hissemize düşen yerden bir delik
açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz» dediler.

Şayet üstte oturanlar, bu
isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi
birlikte batar helâk olurlar. Eğer ellerinden tutarak bunu önlerlerse, hem
kendileri kurtulur, hem de diğerleri kurtulmuş olur.”
(Buhârî, Şirket 6; Tirmizî, Fiten 12)

İslâm
toplumu adına hayra davet, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama vazifesini ifâ
edecek bireylerin belli başlı hususiyetlere sahip olmaları lâzımdır. Bunları
şöylece hülâsa edebiliriz:

 
İman, istikâmet ve takvâ yönünden yeterli ve üstün bir düzeyde
olmaları,

 
İyiyi kötüden, hayrı şerden ayırabilecek derecede ilim, irfan ve
tecrübe sahibi olmaları,

 
Beşerî münasebetleri gü­zel bir biçimde yürütebilecek derecede
ahlâk-ı hamîde ve hüsn-i muâşeret sahibi olmaları,

 
Bu işi yapabilecek dirâyet, güç ve kudret sahibi olmaları gerekir.

İslâm
tam anlamıyla öğrenilip, öğretilip yaşanmadığı takdirde toplumda düzenin yerini
terör, birliğin yerini tefrika alır ki gelen âyet bu hususta oldukça önemli uyarıda
bulunmaktadır:

Âl-i İmrân Suresi tefsiri için tıklayınız…

Ayrıca Bakınız.  Mâide Suresi 109. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 104. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın