Yunus Suresi 22. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Yunus Suresi 22. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Yunus Suresi 22. ayeti ne anlatıyor? Yunus Suresi 22. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Yunus Suresi 22. Ayetinin Arapçası:
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Yunus Suresi 22. Ayetinin Meali (Anlamı):
Sizi karada ve denizde gezdiren O Allah’tır. Bindiğiniz gemi, tatlı bir rüzgârla yolcuları alıp götürürken herkes büyük bir neşe içinde sevinir. Derken şiddetli bir fırtına kopup, dalgalar kendilerini her yandan sarınca ve dalgalarla iyice kuşatıldıklarını anlayınca, bütün içtenyetleriyle Allah’a yönelerek: “Eğer bizi bu felâketten sağ sâlim kurtarırsan hiç kuşkusuz artık şükredenlerden bulunacağız” diye yalvarıp yakarırlar.
Yunus Suresi 22. Ayetinin Tefsiri:
Bu
ayetler, bir önceki âyette temas edilen insanın darlık ve zorlukta sergilediği
davranışlarını canlı bir misalle açıklamaktadır. Bu misal, birbirini takip eden
gayet canlı ve hareketli sahneler halinde takdim edilmektedir:
Birinci
sahne: Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde bulunan her şeyi yaratan ve yöneten
Allah Teâlâ olduğu gibi insanları karada ve denizde gezdiren; onlara hem karada
hem denizde hareket edebilme güç ve kabiliyetini veren; bütün önüne geçeri
kaldırarak ister yürüyerek ister binitli bir biçimde gezmelerine imkân sağlayan
Allah’tır.
İkinci
sahne: Limanda bir gemi ve yolcular o gemiye doluşuyor, birer birer yerlerine
oturuyorlar. Gemi doluyor, halatlar çözülüyor ve ağır ağır iskeleden
uzaklaşıp denizin ortasına doğru süzülmeye başlıyor. Yalnız burada kullanılan
ifadede dikkat çekici bir durum var: Geminin içinde bulunanlar da biziz, onun
ve içindekilerin akibetini sahilden seyredenler de biziz.[1]
Hava güzel, rüzgârın esişi güzel, manzara güzel; insanlar keyiflerinden
neş’eleniyorlar, seviniyorlar. Lakin işin enteresan tarafı, hiç birinin aklına
Allah gelmiyor. Lakin O’nun izniyle geminin su üzerinde durduğunu, fakat O’nun
isteğiyle rüzgârın estiğini ve bütün bunların O’nun bir nimeti olduğunu kimse
düşünmüyor. Tam mânasıyla gâfil bir zümre!
Üçüncü
sahne: Gemi ve içindekiler sorunsuz bir biçimde yolculuklarına devam ederken hemen
ânî ve müthiş bir fırtınanın kopup derhal gemiye eriştiğini göze çarpıyor.
Fırtınanın tesiriyle oluşan dağlar gibi dalgalar gemiye ve içindekilere hücum
ediyor; geminin düzeni bozuluyor, yatıyor, kalkıyor. Dalga vurdukça
derinliklere gömülür gibi oluyor; iniyor çıkıyor. Evet şimdi o müthiş
fırtınanın önünde ve o son derece büyük ve şiddetli dalgaların içindeki
geminin hazîn durumunu izliyoruz. Gemi bu halde olursa, içindeki yolcuların
halinin ne olduğunu tasavvur etmek gerekir! Şimdi gözümüzün önüne denizde
çalkanan bu geminin içindeki zavallı yolcular geliyor: Hepsi feryat içindeler;
az önce seyrettiğimiz keyifli ve neşeli durumlarının zerresi bile yok! Bu neş’e,
yerini bütünüyle korku ve dehşete terk etmiş durumdadır. Herbiri yerinden
fırlamış, bağrışıp çağrışıyor; dalgalarla çepeçevre kuşatıldıklarını,
kurtuluşun olabilecek olmadığını anlıyorlar. Son derece zayıf, güçsüz, aciz ve
çaresiz olduklarını iliklerine kadar hissediyorlar. İşte fakat bu müthiş
hercümerc içinde gönüllerde katmerleşen kirler sıyrılıyor, fıtratı selîme açığa
çıkıyor, kalp silkinerek iğrenç tasavvurların kalıntılarından kurtuluyor ve
selîm fıtrattan tevhîd fışkırıyor. Her şeyi bırakıp ihlâsla; içtenlikle Allah’a
sarılıyorlar: “Eğer bizi bu felâketten sağ sâlim kurtarırsan hiç kuşkusuz
artık şükredenlerden bulunacağız. Ne olur Allahım bizi kurtar. Senden başka
bizi kurtaracak kimse yok!” Şimdi biz bu yolcuların kalplerinin tâ
derinliklerinden gelen bir âhü enînle Rablerine yalvarışlarını, kurtuluş
ümitlerini O’na bağlayışlarını; ihlas ve içtenyetle şükredenlerden
olacaklarına dâir Allah’a söz verişlerini seyrediyor ve dinliyoruz.
Dördüncü
sahne: Onların bu içten yalvarışları dergâh-ı izzete ulaşıyor ve kabule şâyan
olup hemen neticesini veriyor. Fırtına diniyor, dalgalar kesiliyor ve deniz
sakinleşiyor. Yolcular, nefesleri içlerine sığmazken artık rahat rahat nefes
alabiliyorlar. Uçacak gibi olan kalpleri sükûnet buluyor. Gemi emniyetle sahile
yanaşıyor, yolcular boğulup mahvolmadıklarından ve hayatta olduklarından emin,
korkusuzca karaya ayak basıyorlar. Lakin karaya ayak basar basmaz birden olan
biten her şeyi unutuyorlar. Tabi bununla birlikte Allah’ı da unutuyorlar. Sanki
başlarına hiçbir şey gelmemiş, adeta hiçbir sıkıntıya uğramamış ve adeta
Allah’a hiç yalvarmamış gibi, hiç ara vermeksizin hemen azgınlığa, taşkınlığa
ve haksızlığa başlıyorlar. İşte insanın gerçek yapısı budur. “Nisyan” kökünden
unutkan, “üns” kökünden ise, başından geçenleri bir kenara bırakıp içinde
bulunduğu durumla ünsiyet eden, kaynaşan bir yapıya sahiptir. Allah Teâlâ, bu
vasfımızı böyle dikkat çekicic bir örnekle hatırlatarak bizlerden dâimâ
dalgaların sarsıntıları içinde gemide bulunup kurtuluş için Allah’a yalvaran
bireylerin o anda sahip oldukları ihlâs, içtenyet ve tevhid şuurunu
istemektedir.
Son
sahne: Bu misâl, kıyamete kadar bütün insan gruplarının hâlini kuşatacak bir
özelliktedir. Bundan dolayı Allah Teâlâ bütün insanlara hitap ederek yaptıkları
taşkınlıkların hep kendi aleyhlerinde olduğunu bildiriyor. Belki bu
taşkınlıkları sebebiyle fani dünya çapında geçici bazı menfaatler elde edebilirler.
Bu ise aldatıcı bir menfaattir. Sonra ister istemez mecburi olarak Allah’a dönecekler,
O da bütün yaptıklarını kendilerine haber verecektir. İşledikleri yanlışları
orada anlayacaklar ama artık iş işten geçmiş olacaktır.
Sonsuz cennet nimetlerini kaybetme pahasına
inkârcıların taparcasına gönül kaptırdığı şu dünya zevklerinin, âhiret
nimetlerine nispetle yok denecek kadar değersiz olduğunu çok etkili bir misalle
açıklamak üzere buyruluyor ki:
[1]Âyette, “Bindiğiniz gemi…”
buyurulduktan sonra, “O gemiler hoş bir rüzgarla بكم (bikum): sizinle birlikte akıp
gittikleri…” denmeyip, بِهِمْ (bihim) “onlarla birlikte” buyrularak
hitaptan gaibe bir geçiş yapılmıştır. Bunun da gayesi şudur: Her insan içinde
bulunduğu durumu iyice düşünüp tartamaz. Bu bakımdan yapılan bu geçişte hem
muhataplara, kendi durumlarını soyutlayıp karşıdan bakar gibi seyrettirmek ve
düşündürmek, hem de bunların durumlarını bir başkasına hatırlatıp seyrettirmek için
gayet ince bir tasvir sanatı bulunmaktadır. (Fahreddin er-Râzi,Mefâtîhu’l-gayb,
XVII, 69; Elmalılı, Hak Dini, IV, 2699)
Yunus Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Yunus Suresi 22. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/