Kuran-ı Kerim

Tevbe Suresi 34. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Tevbe Suresi 34. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

Tevbe Suresi 34. ayeti ne anlatıyor? Tevbe Suresi 34. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

Tevbe Suresi 34. Ayetinin Arapçası:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ

Tevbe Suresi 34. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ey iman edenler! Hahamlardan ve râhiplerden pek çoğu halkın mallarını haksız yollarla yemekte ve insanları Allah yolundan alıkoymaktadırlar. Rasûlüm! Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onları elem verici bir azab ile müjdele!

Tevbe Suresi 34. Ayetinin Tefsiri:

Dinin
gönderilmesinden maksat, onu yalnızca Allah emrettiği için ve O’nun rızâsını
kazanmak üzere bir kulluk şuuru içinde yaşamaktır. Bu nedenle dini dünya adına
bir kazanç vasıtası yapmak; onu mal, makam, mevki, şöhret ve siyaset gibi
şeylere alet etmek yasaklanmıştır. Bu hususta en mühim tehdit de âlim, fakih,
mürşidler gibi dini birinci derecede temsil ve tebliğ etmesi gereken bireylere
yapılmıştır. Çünkü onların halk nazarında mühim bir yeri mevcuttur ve bu yeri ve
sahip oldukları statüyü başka maksatlarla kullanma riski, bir başkasına nispetle
onlar için daha fazladır. Dolayısıyla bu âyetlerde bireylerin mallarını haksız
yollarla yiyen ve daha çok dinî hükümleri yanlış tevil ederek insanları Allah
yolundan alıkoyan yahudi ve hıristiyan din adamları; onlar üzerinden de aynı
vasıfları taşıyan bütün din adamları ciddi olarak ikaz ve tehdit edilirler.

Onların
bireylerin mallarını yedikleri haksız yollardan bazıları şunlar olabilir:

 
Verdikleri hükümler ve fetvalar karşılığında rüşvet almaları,

 
İlâhî kitapta değişiklik yapıp, yazdıkları tahrif edilmiş
nüshaları satmaları,

 
Allah katında duaların kabulüne vesile bulunacağını söyleyerek bağış
toplamaları,

 
Günah çıkarma karşılığında gelir elde etmeleri,

 
Bu ve bunlara benzer dolambaçlı yollarla malî kaynaklar
oluşturmaları.

İkinci
olarak altın ve gümüşü biriktirip onları Allah yolunda harcamayanlar can yakıcı
bir azapla korkutulurlar. Çünkü altın ve gümüş, para olarak alışverişi
kolaylaştırmak ve bireylerin gerçek gereksinimlerini karşılamak üzere ihsan
edilmiştir. Buna göre altın, gümüş ve diğer paralar bütün halk içinde tedavül
etmeli; ihtiyaçların daha mühimsi diğerine, şiddetlisi hafifine tercih
edilerek güzelce harcanmalıdır. Bunlar, ihtiyaçların ilk kezrine göre
kullanılması gerekirken bazıları onu tedavülden çeker, gömer, herhangi bir
yerde gizler, yığar, sımsıkı saklar ve bunları Allah yolunda sarf etmezler.
Allah için hakkını vermezler. Bunlar parayı toplayıp saklamak suretiyle aynı
zamanda onun Allah yolunda harcanmasını engellemiş olurlar. Esasında bu
paralarla Allah yolundan saptırmak için para harcayanlara karşı mücadele etmek
gerekirken, bunlar ellerinde tutmak suretiyle parayı hiçbir işe yaramaz hale
getirirler.

Bunlar
kim olursa olsunlar, gerek o haham ve rahiplerden, gerek onları örnek alıp para
saklayanlardan, gerekse zekâtlarını vermeyen ve paralarını saklayan
müslümanlardan olsun işte bunları elem verici bir azap beklemektedir. Bu azap,
günahın cinsinden olacak; biriktirilen altın ve gümüşler cehennem ateşinde
iyice kızdırılarak, onlarla, kendilerini haksız yollarla kazanan ve gerektiği
biçimde harcamayan ahmak sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları
dağlanacaktır. Bu azap yetmiyormuş gibi bir de hasret ateşlerini iyice
alevlendirmek üzere kendilerine: “İşte bunlar, kendiniz için biriktirdiğiniz
altın ve gümüşlerdir. Şimdi tadın bakalım o durmadan yığıp biriktirdiğiniz
şeylerin cezasını!”
(Tevbe 9/35)denilecektir.

Resûlullah
(s.a.s.) bu hususta şöyle buyurur:

“Altın ve gümüş sahibi olup da ondan hak­kını ödemeyen her bir
kimse mutlaka kıyamet günü olduğunda ona ateşte kızdırılmış büyük madeni
parçalar getirilir, cehennem ateşinde bu parçalar kızdırılır ve bunlarla böğrü,
alnı ve sırtı dağlanır. Soğudukça bunlar tekrar kızdırılır ve bu, süresi elli
bin yıl kadar olan bir günde kullar içinde hü­küm verilinceye ve cennete mi,
yoksa cehennem ateşine mi gideceğini gö­rünceye kadar devam eder…”
(Müslim,
Zekât 24, 26)

Diğer
azaların değil de özellikle alınların, yanların ve sırtların dağlanmasının
neden ve hikmetiyle alakalı şunlar söylenebilir:

 
Zengin kişi kendisinden zekât isteyen yoksuli görünce suratını
asar, zekât istemede ısrar ederse ona yanını döner, daha da ısrar ederse
çoğunlukla yerinden kalkar, sırtını döner ve yoksule hiçbir şey vermez.

 
Altın ve gümüşü yığan kimsenin mal biriktirmekten maksadı,
zenginliği ile üstünlük peşinde koşmak olunca dağlama işi yüzünün en yüksek
yeri olan alnına uygulanır. Aynı biçimde bu bireyler mal biriktirirken
yanlarının şişmanlamasına neden olan leziz yiyeceklerle ve sırtına giydiği
güzel giysilerle refah içinde olmayı hedeflediklerinden cehennemde de yanları
ve sırtları dağlanır.

Böyle
şiddetli tehditler ihtivâ eden âyet-i kerîmelerden sahâbe-i kirâmın aldığı
dersi Hz. Sevbân şöyle anlatır:

…Altın
ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onları elem
verici bir azab ile müjdele!”
(Tevbe 9/34) âyeti nâzil olduğu zaman biz,
Efendimiz’le birlikte seferde yer alıyorduk. Ashaptan bazıları: “Altın ve gümüş
ile ilgili inecek olan indi. Artık bir daha onları biriktirmeyiz. Keşke hangi
malın daha hayırlı olduğunu bilsek de ondan biraz edinsek?” dediler. Resûlullah
(s.a.s.) şu cevabı verdi:

“– Sahip olunan şeylerin en faziletlisi zikreden bir dil, şükreden
bir kalp, kocasının imanına kolaylık sağlayan sâliha bir kadındır.
” (Tirmizî,
Tefsir 9/9)

Dünyevî maksatlarla Allah’ın koyduğu kanunlarla
oynamanın bir örneği de müşriklerin, daha büyük gelirler elde etmek için her
yıl haccı aynı mevsime denk getirmek gayesiyle birkaç yılda bir, seneye bir ay
ilave edip o yılı 13 aya çıkararak takvim üzerinde gelişigüzel oynamayı adet
hâline getirmeleri idi. Halbuki ay takvimine göre hac ibâdeti her sene bir
öncekinden 10 gün geriye sarkarak farklı mevsimlerde yapılır. İşte Allah Teâlâ,
maddî çıkarları uğruna ilâhî hükümleri oyuncak hâline getiren bu tür keyfî
uygulamaları yasaklamak ve en tabiî, en kullanışlı takvim ölçüsünü ortaya
koymak üzere şöyle buyuruyor:

Tevbe Suresi tefsiri için tıklayınız…

Ayrıca Bakınız.  Bakara Suresi 271. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Tevbe Suresi 34. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın