Tevbe Suresi 112. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Tevbe Suresi 112. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Tevbe Suresi 112. ayeti ne anlatıyor? Tevbe Suresi 112. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Tevbe Suresi 112. Ayetinin Arapçası:
اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Tevbe Suresi 112. Ayetinin Meali (Anlamı):
Onlar; günahlarına tevbe eden, ibâdetle meşgul olan, hamdeden, oruç tutan, rükû eden, secde eden, iyilik ve güzellikleri teşvik edip yayan, her türlü kötülük ve çirkinliğin önünü almaya çalışan ve Allah’ın koyduğu sınırları gözetenlerdir. Rasûlüm! Sen böyle gerçek mü’minleri müjdele!
Tevbe Suresi 112. Ayetinin Tefsiri:
İkinci
Akabe bey‘atı gecesi Ensâr yetmiş küsür kişi
olarak Resûlullah (s.a.s.)’a bey‘at ettiklerinde Abdullah b. Revâha (r.a.),
Peygamberimiz (s.a.s.)’e:
“–Rabbin
ve kendin için dilediğini şart koş” demişti. Allah Resûlü (s.a.s.):
“–Rabbim için O’na kulluk etmenizi ve O’na hiçbir şeyi ortak
koşmamanızı; kendim için de mallarınızı ve canlarınızı neden koruyorsanız beni
de onlardan korumanızı şart koşuyorum” buyurdu. Oradakiler:
“–Bunu
yaparsak bizim için ne var?” diye sordular. Efendimiz (s.a.s.):
“–Cennet” buyurdu. Onlar da:
“–Kazançlı
bir alış veriş; biz bu alış verişi bozmayız, bozulmasını da istemeyiz” dediler
de bunun üzerine bu âyet-i kerîmeler nâzil oldu. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
XI, 49; Kurtubî, el-Câmi‘, VIII, 267)
Fuzûlî
der ki:
“Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil!
Ne nizâ’ eyleyeyim ol ne senindir, ne benim.”
“Bedenimizde
emânet olan bu canı en yüce sevgili olan Allah Teâlâ istemektedir. O istediğine
göre cânı vermemek, bu hususta çekimser davranmak doğru olmaz. Çünkü, hiç
tartışmaya gerek yok ki, o cân ne senindir, ne de benim. O cân, onu bize emânet
eden Allah’a aittir.”
Cenâb-ı
Hak, bu âyet-i kerîmelerde kendi yolunda malıyla canıyla cihad edebilecek, bu
hususta hiçbir fedakârlıktan çekinmeyecek, cenneti kazanma uğruna dünyayı feda
edebilecek kâmil iman sahibi mü’minlerin ayrıntı kısmını saymaktadır. Bu vasıflar
şöyledir:
› Malı ve canı
cennet karşılığında Allah’a satmak,
› Allah yolunda
savaşmak, öldürmek ve şehîd olmak.
› Bunun, Allah
Teâlâ’nın Tevrat, İncil ve Kur’an’da hak bir va‘di olduğuna ve sözüne en sâdık
olanın Allah olduğuna inanmak,
› Bu karlı alış
verişten dolayı sevinmek.
Allah
yolunda maldan ve candan fedâkârlığın cennete girebilmenin iki mühim şartı
olduğuna dair şu hâdise ne kadar ibretlidir:
Beşîr
bin Hasâsiyye (r.a.) anlatıyor:
Resûlullah
(s.a.s.)’e bey’at etmek için geldim. Bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet etmemi, namaz kılmamı,
zekât vermemi, İslâm’ın öğrettiği biçimde haccetmemi, ramazan orucunu tutmamı
ve Allah yolunda cihâd etmemi şart koştu. Ben de şöyle dedim:
“–Ey
Allah’ın Rasûlü! Vallahi bunlardan ikisine gücüm yetmez. Onlar da cihad ve
sadakadır. İnsanlar cihaddan kaçan kimseye Allah’ın gazab ettiğini söylüyorlar.
Ben ise cihad meydanına gelince nefsimi ölüm korkusu kaplayıp kaçmaktan endişe
ediyorum. Sadakaya gelince, benim malım ufak bir koyun sürüsü ve on deveden
ibârettir. Onlar da ehlimin maîşet kaynağı ve binek hayvanlarıdır.”
Resûlullah
(s.a.s.) elimi tuttu, salladı ve şöyle buyurdu:
“–Cihad yok, sadaka yok, peki o hâlde nasıl cennete gireceksin?!” Bunun
üzerine:
“–Yâ
Rasûlallah! Bey‘at ediyorum.” dedim ve Allah Resûlü’ne, koştuğu bütün şartlar
üzerine bey‘at ettim. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 224)
Diğer
vasıflar şöyle devam etmektedir:
› Dâimî olarak
tevbe hâlinde olmak; ibadetlere devam etmek; hamd etmek,
› Oruç tutmak. اَلسَّاۤئِحُونَ (sâihûn) kelimesinin, ilim, cihad, ibret
ve tefekkür için seyehat etmek, dinlerini özgürce yaşamak için hicret etmek gibi
mânaları da mevcuttur. Resûlullah (s.a.s.) bu kelimenin anlamı sorulunca: “Oruç
tutanlar” buyurmuştur. (Hâkim, el-Müstedrek, II, 365)
› Rükû etmek, secde
etmek; rukû, secde ve diğer rükünleriyle namazı dosdoğru kılmak,
› İyilik,
doğruluk ve güzelliği teşvik edip yaymak; her türlü kötülük, yanlışlık ve
çirkinliğin önünü almaya çalışmak,
› Allah’ın
koyduğu hudutları korumak, tespit ettiği haram-helâl sınırlarını hassasiyetle
gözetmek.
Sayılan
bu güzel vasıflara sahip olan mü’minler, Allah yolunda yürümektedirler ve öldüklerinde
Allah’ın müjdelediği cennetlere varacaklardır. Müşriklere gelince, onlara
Peygamberimiz (s.a.s.)’in yapacağı bağışlanma talebi bile fayda vermeyecektir:
Tevbe Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Tevbe Suresi 112. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/