Bilgi Kervanı

Hakiki Dostu Nasıl Bulurum?

Hakiki Dostu Nasıl Bulurum?

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Hakiki Dostu Nasıl Bulurum? ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Hakiki Dostu Nasıl Bulurum? başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Hakiki Dostu Nasıl Bulurum? ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

Dinen gözün vasfı nedir? Hakiki dost nasıl bulunur?

Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’de der ki:

İnsan, âdetâ sırf gözden, yani derûnî idrâkten ibârettir. Geriye kalansa deridir, ceseddir. Hakikî göz ise, fakat dostu gören, yani onu idrak etmiş olandır. Dostu görmeyen gözü, sen göz sayma!”(c.1, 1406)

DİNEN GÖZÜN VASFI

Göz, düşünce ve his dünyasına açılan bir penceredir. Gerçekten insanın görmüş olduğu iyi yahut kötü her şey, onun kalbinde ve zihninde akisler, çağrışımlar meydana getirir.

Tefekkür ve tahassüste ilk adım etrafa ibret nazarıyla bakmaktır. Allâh, Kur’ân-ı Kerim’de kullarını böyle ibretleri kavramaya medâr olacak bir basîretle bakmaveyavet etmiş ve çeşitli âyetlerde:

“Onlar deveye, buluta, yağmura, dağlara, yeşil bitkilerin kışın ölüp baharda dirilmesine, geçmiş kavimlerden kalan eserlerine… bakmazlar mı?” buyurmuştur.

Diğer taraftan yine Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’ın nimetleri sayıldıktan sonra, insanlara defalarca (يَا اُولى اْلاَبْصَارِ ) yani “Ey bakış, görüş (idrâk) sahipleri!..” diye hitap edilmiş; onlardan kâinâta basîret gözüyle bakmaları istenmiştir. Bu istikamette benzer birden fazla âyet-i kerimede de ( اَفَلاَ يَعْقِلُونَ ; اَفَلاَ يَتََفَكَّرُونَ ; اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ) “Düşünmezler mi? Akletmezler mi? İdrâk etmezler mi?” buyurularak âdemoğlunun kâinâtı boş, kavrayışsız bir nazarla değil; hikmeti idrâk edecek bir dirâyetle müşâhede etmesi lâzım geldiği ifâde edilmiştir.

Böyle bir dirâyetle kâinâtı müşâhede edenler, onun yüce Yaratıcısına, o Yaratıcının akılları âciz bırakan san’atına beşer takati nisbetinde nüfûz ederler.

Kâinât, ilâhî neşvenin kaynağıdır. İnsan adı verilen bu icad bedîası (sanat harikası) ilâhî neşvenin bir tecellîsidir. Gören gözler, duyan kalpler, yeryüzünde ilâhî neşveden başka bir şey duymaz ve görmezler.

Ayrıca Bakınız.  Sakız orucu bozar mı? Oruçluyken sakız çiğnemek orucu bozar mı?

İnsan, şafak vakti başını kaldırıp doğan güneşe doğru şöyle bir bakmalı ve ufukta çizilen rengârenk, çeşit çeşit tabloları görmelidir. Bir ressamın tablosu karşısında hayran kalan bizler, kâinâtın ilâhî sanatkârının her ân ve her şeyde ayrı ayrı çizdiği şaheser tablolar karşısında nasıl bîgâne ve vurdumduymaz kalabiliriz?

Bir laleye, bir menekşeye bakın! Bu renkleri acaba kara toprağın neresinden buldular? Ya o kırmızı dut? Güneşin ışığında oynaşan şu çiçeğin mavisi, pembesi… Ve saymakla bitmeyecek diğer güzellikler… Duygu derinliğine sahip bir kalp için, her yer harikalar sergisi… Bir çiçeğin işvesine, arı ve kelebeğin raksına, pervanenin yanışına, bülbülün feryâdına bir de dönüp kendinize bakın. Bütün hepsi, bütün güzellikler, güzeller güzeli Rabbimizin cemalinin hüsnünden sızan bir akis pırıltısından ibarettir.

Şafak sökerken, ilk ışıklarıyla eşyayı aydınlatan güneş, başlayan yeni günün selâmını getirerek, bize, âdetâ:

“–Uyan!” demekte ve şöyle bir muhâsebe iklimine sokmaktadır:

“–Bak, sana bu sabah da hayat defterinden çiçeği burnunda bir sayfa armağan edildi. Kıyâmette önüne konacak bu sayfayı nasıl dolduracaksın? «Oku kitabını, bugün sana hesap sorucu olarak nefsin kâfîdir!» deneceği o dehşetli gün için, bugün ne hazırlamayı düşünüyorsun?”

Akşam olup, gökyüzü önce kızıla, sonra dalga dalga siyaha boyandığında ise, gece, hâl lisânıyla insana:

“–Bir günün daha geçti. Ölüme bir adım daha yaklaştın. Artık beyhûde âh u figân etmeye gerek yok. Ne kadar gayret edersen et, geçen günü geriye getiremezsin. Şimdi sen de ölümün kardeşi olan uykunun kollarına kendini teslim edeceksin. Ne yaptın? Ne yapmalıydın? Yaptıklarını ve yapmadıklarını önüne koy ve düşün!.. Belki bir daha sabahın ışıklarını göremeyeceksin!..” demektedir.

HAKİKİ DOST

Kâinâta bu biçimde tefekkür ve tahassüsle yönelen ruhlar, neticede hakîkî bir ma’şuk ve dost olarak Allâh’ı bulurlar. İnsanın, bu ibret ve hikmet dolu yönelişinde en büyük yardımcısı, beşerî tefekkür ve tahassüse yön veren vahye râm olması ve Hakk’a dost olmuş sâlihlerle arkadaşlık, yani gönül birlikteliği te’sîs etmesidir. Böyle sâlih arkadaşlara “dost” denilmesi mecâzîdir. Hakîki dostluk, Allâh’a muhabbetle teveccüh ise de ona vâsıl olmadan önce; Allâh’a yakın kimselerle ünsiyet elde etmek, mutlak aşk ve dostluğu mecâzen ve bir ilk safha olarak gerçekleştirmek, beşerî acziyetin bir zarûretidir. Çünkü mânevî irtifâ ânî olarak değil, tedrîcen gerçekleşebilir. Bu nedenledir ki, Allâh’a dostluk gerekli olan beşerî dostluklar, bu yolculukta zarûrî olan bir ilk lâzımedir.

Ayrıca Bakınız.  Ayetel Kürsi En Kolay Nasıl Ezberlenir? Tekrarlı Hızlı Ezberleme Tekniği

Mevlânâ bu hakikati başka mısralarıyla şöyle anlatır:

“Yalnız kaldığın ve danışacak bir akıl sahibi bulamadığın için, ümitsizliğe düşersen hakîkat güneşine mensup bir dostun gölgesi altına girersin.

Yürü, hızlı bir şekilde kendine bir Hakk dostu ara; böyle yaparsan, Allâh senin dostun olur, yardımcın olur.

Halvete girmek, yalnız kalmak, yabancılara karşı olur, dosta karşı değil. Kürk kış içindir, bahar için değil.

Selîm akıl, bir başka selim akılla, yani vahiyle terbiye edilmiş akılla birleşince güçlenir, nûru çoğalır, yolunu iyi görür.                                

Nefs ise bunun aksine, bir başka nefsle sırf nefsânî tatminkârlık arzusuyla dost olmaktan hoşlanır, böyle olunca o yolda karanlık artar; hakîkat görünmez olur.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

GÜLÜN DOSTU DİKENDİR

Gülün Dostu Dikendir

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın