Bakara Suresi 251. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 251. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Bakara Suresi 251. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 251. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Bakara Suresi 251. Ayetinin Arapçası:
فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Bakara Suresi 251. Ayetinin Meali (Anlamı):
Nihâyet Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût’u öldürdü. Allah Dâvûd’a hükümdarlık ve hikmet verdi; bunun bunun yanında ona dilediği birden fazla şey öğretti. Eğer Allah bu biçimde bireylerin bir kısmı eliyle diğer bir kısmını bertaraf etmeseydi, hiç kuşkusuz yeryüzü fesâda uğrar, dirlik ve düzen kalmazdı. Lakin Allah, bütün varlıklara çok büyük lutuf ve inâyet sahibidir.
Bakara Suresi 251. Ayetinin Tefsiri:
Âyet- kerîmelerden anlaşılacağı üzere Allah yolunda savaşacak asker:
› Korkulu ve dehşetli manzaraları gördüğünde çok sabırlı olmalıdır. Bu, savaşacak kimseler için gerekli birinci esastır. Çünkü korkak askerlerden beklenen fayda elde edilemez.
› Savaş için gerekli olan silahlar ve aletler olmalı; insanın sebat edip durmasını sağlayacak ve kaçmaya yeltenmesini engelleyecek güzel bir birlikle birlikte bulunulmalıdır.
› Düşmanı yenebilmeleri için, düşmandan daha çok yiyecek ve içeceğe sahip olmalıdırlar.
› İlâhî yardımın geleceğine inanıp Cenâb-ı Hakk’a tazarrû hâlinde bulunmalıdırlar. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VI, 158)
İki ordu karşı karşıya geldiğında, Câlût, kendisiyle mübârezeye çıkacak, yâni ordusunu temsîlen kendisiyle vuruşacak bir er diledi. Karşısına Dâvûd (a.s.) çıktı, sapanını çıkardı ve taşını yerleştirerek Câlût’a fırlattı. Taş, Câlût’un tam alnına isâbet etti ve atından düşerek öldü. Bu hâdise, bireylerin nazarında kuvvetli görünenin, hakîkatte zayıf, zayıf görünenin de Allah’ın yardımıyla kuvvetli olabileceğini göstermektedir.
Bu zaferden sonra Allah Teâlâ, Dâvûd (a.s.)’a hükümdarlık ve hikmet yâni peygamberlik verdi. “Hikmet”, işleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak, yerli yerine koymaktır. Bu mânanın kemâli ve zirvesi ise, fakat nübüvvet ile gerçekleşir. Bu nedenle buradaki “hikmet”ten maksadın nübüvvet olduğu da söylenmiştir. Yine Allah ona, dilediği şeyleri öğretmiştir. Demiri yumuşatarak zırh yapması, kuşların dilini bilmesi ve dağlarla birlikte zikretmesi buna misal verilebilir.
Âyet-i kerîmenin devamında, “Eğer Allah bu biçimde bireylerin bir kısmı eliyle diğer bir kısmını bertaraf etmeseydi, hiç kuşkusuz yeryüzü fesâda uğrar, dirlik ve düzen kalmazdı. Lakin Allah, bütün varlıklara çok büyük lutuf ve inâyet sahibidir” (Bakara 2/251) buyrularak toplum yaşamında cârî olan ilâhî nizamın bir ölçüde izahı yapılmaktadır. Şâyet Allah Teâlâ savaşı meşrû kılarak haksızlık, bozgunculuk ve saldırganlık fanatiklerinı, yeryüzünün ıslahı, düzeni ve imârı için gayret gösteren mücahitlerle defetmeseydi böylece iyilik yanlılarını, çocukları ve kadınları korumasaydı, her taraf bozguna uğrar, düzen dağılır, çoluk çocuktan, ilim ve sanattan, din ve imandan eser kalmazdı. İnsanlar devamlı olarak bozguncuların ve saldırganların hücumuna uğrar, çiğnenir ve mahvolurlardı. Sosyal adâlet ve eşitlik kaybolur, nihayet fıtrat-ı selîmesi bozulan herkes saldırganlaşır, karşı koyacak bir güç bulunmayınca da hepsi mahvolurdu.
Diğer taraftan, Allah Teâlâ insanlar içinde ictimâî dengenin kurulmasını birtakım nedenlere bağlamıştır. Bu itibarla bireylerin bir kısmı zengin bir kısmı yoksul, bir kısmı kuvvetli bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli bir kısmı hasta, bir kısmı mü’min bir kısmı münkir olarak imtihan sahnesinde yerini almıştır. İnsanların cemiyet hâlinde yaşayabilmeleri, bu gruplar içinde kurulacak sıhhatli münâsebetlere bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında tıpkı elektrik yüklü artı ve eksi kutuplar içinde kıvılcım ve enerji meydana gelmesi gibi, ıslah edici ve ifsat edici insanlar içinde vuku bulan mücâdele ve savaşlarda da birden fazla hikmetler bulunmaktadır. Çünkü Allah, bütün varlıklara ve bu arada özellikle akıl sahibi olan insanlık âlemine sonsuz bir lutuf ve rahmet sahibidir. O, asla fesada razı olmayacağı gibi, yeryüzünün imar edilmesini, üzerinde bireylerin lutuf ve ikramıyla yaşamasını, ebedî mutluluklara, yüksek mertebelere ulaşmalarını istemektedir. Bu bakımdan fesadın ortadan kalkıp düzenin tesisi için; salah ve hayır sahiplerinin, bozgunculuk yapanları defetmesi lazımdır. İşte Allah, savaşı bu hikmetle meşrû kılmıştır.
Bütün bunlar, Allah’ın ibret alınacak, üzerinde düşünülüp gereği yapılacak âyetleridir. Bu âyetleri Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e her türlü şüphe ve hatadan, bozulup değiştirilmeden uzak bir biçimde sırf hak ve gerçek olarak vahyetmiştir. Zira Hz. Muhammed (s.a.s.), kuşkusuz ilâhî vahye muhatap olan peygamberlerden biridir. O halde peygamber olarak vazife ve sorumluluğunu harfiyen yerine getirmelidir.
Lakin Allah’ın seçkin kulları olan peygamberlerin de fazilet ve makam itibariyle birbirinden fark eden yönleri mevcuttur. Gelen âyet bu hakikati beyân etmektedir:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 251. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/