Bakara Suresi 165. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 165. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Bakara Suresi 165. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 165. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Bakara Suresi 165. Ayetinin Arapçası:
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
Bakara Suresi 165. Ayetinin Meali (Anlamı):
Buna rağmen öyle insanlar var ki, Allah’tan başka varlıkları O’na denk tutar da, Allah’ı sever gibi onları severler. Gerçek mü’minlerin Allah’a olan sevgileri ise, her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir. Keşke o zulmedenler, azabı gördüklerinde anlayacakları gibi, şimdiden bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın, azabı gerçekten fazla şiddetli bir zat olduğunu anlasalardı!
Bakara Suresi 165. Ayetinin Tefsiri:
İnsanlardan
bir kısmı dosdoğru yolun, tevhid caddesinin dışında kalmaktadır. Sonsuz
merhamet, sınırsız kudret, sayısız nimet sahibi olan Allah’ı bir tarafa
bırakıp, O’nun dışında bir kısım eşler, ortaklar ve önderler edinmekte, üstelik
Allah’ı sever gibi onları sevmektedirler. Allah’ı ve emirlerini unutacak
derecede onlarla hemhâl olmaktadırlar. Allah’a isyanı göz önünde bulundurarak onların
yanlış yollarından gitmektedirler. Bu ne büyük bir gaflet ve ne büyük bir
dalâlettir.
Abdullah
b. Mesud (r.a.), Peygamber Efendimiz’e, “Hangi günah daha büyüktür?” diye
sorduğunda Allah Rasulü (s.a.s.): “Seni yaratan yalnızca Allah olduğu
halde, O’na başkasını ortak tutmandır”
buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 20; Müslim, İman 141-142)
İmrân b. Husayn şöyle anlatıyor: Resûlullah (s.a.s.)
babam Husayn’a: “Kaç tane ilâha tapıyorsun?”
diye sorunca babam: “Altısı yerde ve biri gökte olmak üzere yedi ilâha
tapıyorum” dedi. Peygamberimiz: “Azâbından
korkarak ve faydasını umarak hangisine ibâdet ediyorsun?” diye sordu. O da:
“Göktekine” şeklinde yanıt verince Resûlullah (s.a.s.): “Sana gökteki ilâh yeter” buyurarak onu tevhid inancına çağırdı.
Sonra: “Ey Husayn! Eğer müslüman olursan
sana faydalı iki söz öğreteceğim” dedi. Husayn müslüman oldu ve: “Ya Rasûlallah,
bana o iki sözü öğret” diye talepte bulundu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.s.)
ona: “Allahım! Bana doğruyu ilham et ve
beni nefsimin şerrinden koru, de!” buyurdu. (Tirmizî, Da‘avat 69)
Dolayısıyla
bu hususta iman edenlerin tuttuğu yol, en güzel yoldur. Zira onlar, şirkin her türünden
uzak durarak zâtı, sıfatları ve fiilleriyle Allah’ı tanır ve O’nu her şeyden
çok severler. Gerçekten mü’minlerin Allah’a olan sevgileri, bütün sevgilerin
üzerinde, son derece sağlam ve kuvvetlidir. Onlar mal, evlat, akraba, dost ve
arkadaş gibi Allah’ın dışındaki varlıkları ise durumlarına göre ve yine Allah
için severler. Dolayısıyla muhabbet yönünden bir hata içine düşmezler.
Dostlarından
biri, Mârûf-i Kerhî Hazretleri’ne:
“–Ey
Mârûf! Seni bu derece ibâdete sevk eden nedir?” diye sormuştu. Hazret sükût
etti. Arkadaşı ısrâr ederek:
“–Ölümü
hatırlamak mı?” dedi. Mârûf-i Kerhî yanıt verdi:
“–Ölüm
dediğin nedir ki?”
“–Kabir
ve âlem-i berzahı düşünmek mi?”
“–Kabir
dediğin nedir ki?” Arkadaşı yine ısrâr ederek:
“–Cehennem
korkusu yahut cennet ümîdi mi?” diye sordu. Bunun üzerine Mârûf-i Kerhî
Hazretleri şu muhteşem cevâbı verdi:
“–Bunlar
da nedir ki?!. Bu saydığın şeylerin hepsini elinde tutan Zât-ı Kibriyâ öyle
yüce bir Rab’dır ki, eğer O’na karşı derin bir muhabbet ve iştiyâka sahip
olabilirsen, bu dediklerinin hepsini sana unutturur. Allah ile aranda bir
mârifet, bir muhabbet meydana gelir ve bu sâyede O, saydıklarının hepsinden
seni kurtarır!” (Topbaş, Faziletler Medeniyeti-1, 217-218)
Hz.
Mevlânâ, Hak âşıklarının ilâhî muhabbet bağı içinde yaşadıkları müstesnâ hâli
ne güzel anlatır:
“Hak
âşıkları, ilâhî muhabbet deryâsının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna
kanmazlar, bundan dolayı balıktan başka herkes suya kandı, nasibi olmayanın da
günü uzadıkça uzadı.” (Mevlânâ, Mesnevî, 17. beyt)
Lakin
Allah’a karşı başkalarını eş ve ortak tutan, onları Allah’ı sever gibi seven ve
Allah’a karşılık onları bizzat kendilerine uyulacak varlıklar edinerek
emirlerine itaat eden, özellikle Allah Teâlâ’nın hakkı olan ilâhlık sıfatına ve
mabudluğuna başkalarını da ortak kılanlar büyük bir eziyet ve haksızlık
içindedirler. İşte “Şüphe yok ki şirk, gerçekten fazla büyük bir eziyetdür!”
(Lokmân 31/13) ayeti bu gerçeği beyân etmektedir. Böyle yapan zâlimler, birgün
gelecek, mutlaka Allah’ın azabını göreceklerdir. İşte o zaman ne kadar kuvvet
ve kudret varsa hepsinin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının ne kadar
şiddetli bulunduğunu da tabi ki anlayacaklardır. Lakin bu durum, onlara bir
fayda sağlamayacaktır. Çünkü artık dünya sayfası kapanmış, iman ve amel etme
fırsatları tükenmiş, imtihan bitmiş ve sonuçların açıklanması beklenmektedir.
Geriye dönüş yolları bütünüyle kapatılmış ve hesap vermek üzere ilâhî divan
huzurunda durulmuştur. Bu nedenle Yüce Rabbimiz, yanlış yolda yürüyen
bireylerin, dönüşü olabilecek olmayan bu noktaya gelmeden ve çaresiz bir pişmanlık
içine düşmeden önce akıllarını başlarına almalarını, Allah’ın kudret ve
kuvvetini tanımalarını ve O’nun şiddetli azabından korunmaya çalışmalarını
öğütlemektedir.
Zira
kıyâmet günü, çok dehşetli bir gündür. O günün durumu, dünya yaşamına benzemez.
O gün kişi anasından, babasından, kardeşinden, eşinden ve evladından, yani en
sevdiklerinden kaçacaktır. (Abese 80/34-36)
Dolayısıyla o gün gelip de azâbı gördükleri zaman kendilerine uyulan
önderler dünya çapındayken savundukları dâvânın bâtıl olduğunu itiraf ederek,
kendilerine uyanlardan uzaklaşırlar, onlara lânetle mukabelede bulunurlar ve
böylece aralarındaki bütün bağlar kopup parçalanır. Kötülerin ardından
gidenler, uydukları o meymenetsizlerin kendilerinden uzaklaştıklarını görünce, dünya çapında
onlara uyduklarına pişman olurlar; “keşke tekrar dünyaya dönebilsek de bunların
şu anda bizden kaçtıkları gibi biz de orada onlardan kaçabilsek ve onlara
uymasak!” derler. Lakin artık bu olabilecek değildir. Allah Teâlâ onlara, azâbın
inişini ve birbirlerinden uzaklaşmalarını gösterdiği gibi, şiddetli
pişmanlıklar doğuracak amellerini de gösterecektir. Onlar, küfürleri sebebiyle
iyi amellerinin boşa çıkmasına ve yaptıkları kötülüklere pişman olacaklardır.
“Keşke iyiliklerimiz yok olmasaydı, keşke günah işlemeseydik” diye yakınıp
duracaklardır. Müfessir Süddî’nin nakline göre, kıyâmet günü kâfirlere cennet
gösterilir. Onlar Allah’a itâat etmiş olanlara verilecek köşklere bakarlarken:
“Eğer siz Allah’a itaat etmiş olsaydınız bu köşkler sizin olacaktı” denilir.
Bunlar mü’minler içinde taksim edilince kâfirler son derece pişmanlık
duyarlar. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 102-103) Sonra cehenneme atılırlar
ve oradan asla çıkamazlar.
Bu
değişmez gerçekler ve kaçınılmaz sonuçlar sebebiyle, takip eden ayetlerde
Cenab-ı Hak bütün insanları ikaz etmekte ve şeytana uymaktan sakındırmaktadır:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 165. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/