Kuran-ı Kerim

A’râf Suresi 164. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

A’râf Suresi 164. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

A’râf Suresi 164. ayeti ne anlatıyor? A’râf Suresi 164. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

A’râf Suresi 164. Ayetinin Arapçası:

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

A’râf Suresi 164. Ayetinin Meali (Anlamı):

İçlerinden bir grup: “Allah’ın dünya çapında helâk edeceği yahut âhirette çok şiddetli bir biçimde azap edeceği bir gürûha ne diye boş yere öğüt verip duruyorsunuz?” dedi. Öğüt verenler ise: “Rabbinize karşı tebliğ sorumluluğumuzdan kurtulmak için; bir de belki onlar da Allah’ın yasaklarını çiğnemekten sakınırlar diye böyle yapıyoruz” şeklinde yanıt verdiler.

A’râf Suresi 164. Ayetinin Tefsiri:

Kendilerinden
sorulması istenen kimseler, Resûlullah (s.a.v.) zamanında yaşayan yahudilerdir.
Sorudan maksad ise, soranın bilmediği bir şeyi öğrenmeye çalışması değil,
bilakis Resûlullah (s.a.s.)’in onları, eskiden beri nankör olduklarını,
Allah’ın koyduğu sınırları tecavüz ettiklerini ve seleflerinden gördükleri
biçimde peygamberlere muhalefetlerini ikrara zorlaması ve bu yolla onları
kınamasıdır. Ayrıca Peygamberimiz, bu kıssayı doğru bir biçimde anlatarak,
kendisinin, bilmediklerini vahiy yoluyla öğrenen gerçek bir peygamber olduğunu
ispatlayan bir mûcize göstermiştir.

Âyette
sözü edilen yer, Medyen ile Tûr içinde bulunan Eyle kasabasıdır. Cumartesi,
yahudilerin kutsal günüdür. O günde çalışmak ve bundan dolayı avlanmak yasaktı.
İsrâil oğullarından Eyle kasabası halkı, Cumartesi günü bütün işleri tatil edip
ibâdet etmeleri gerektiği hâlde balık avlıyorlardı. Cumartesi yasağına
uydukları gün, balıklar onlara açıktan açığa sürüler hâlinde gelirdi. O gün
saldırıya uğramamaya alıştıkları ve kendilerine dokunulmayacağını hissettikleri
için kaçmıyorlardı. Diğer günlerde ise gelmiyorlardı. Allah’ın emirlerini hiçe
sayan bu halk, Cumartesi günleri balıkların akın akın gelmesine imrendiler,
hırslarını yenemediler ve balıkları avlamaya başladılar.

Bir
müddet sonra halk ikiye ayrıldı. Bir kısmı yasakları çiğneyen günahkâr
kimseler, diğer kısmı da dindar ve iyiliksever insanlardı. Lakin sâlihler
azınlıkta kalmışlar ve âsilere söz geçiremez, onları önleyemez olmuşlardı.
Nihâyetinde iyiler de kendi aralarında iki gruba ayrıldılar. Bir grup uğraşıp
didindi, her yolu ve usûlü deneyerek zahmetler çekti, nasihat etti, sonunda
bıkarak ümitsizliğe kapıldı. Sayıca çok az denecek bir başka grup daha vardı ki
onlar ümitsizliğe kapılmadan, bütün zorluklara mücadele ederek ve her türlü
zahmete katlanarak o söz dinlemez halka vaaz ve nasihate devam ettiler. İşte o
ümitsizler grubu:

“–
Ne diye kendinizi boşuna yoruyorsunuz? Bu söz dinlemez azgınlara niçin boş yere
nasihat edip duruyorsunuz?” diyerek bunları tebliğden vazgeçirmeye çalıştılar.
Diğerleri ise bu menfî telkinlere aldırış etmeyip âhiretteki hesâbı düşünerek,
tebliğ vazifelerini yaptıklarına dair ellerinde Allah Teâlâ’ya arzedecekleri
bir mazeret olması için; bir de o bireylerin azgınlıktan vazgeçebilecekleri
ümidiyle tebliğe devam ettiler.

Aslını söylemek gerekirse
dini tebliğ, her müslüman için son nefesine varıncaya kadar pek mühim bir
vazifedir. Ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, bireylerin doğru yola
ulaşmasını arzu etmek ve bu husûsta ümitsizliğe düşmemek gerekir. Bu güne kadar
hiç söz dinlemeyen bir kısım insanlar belki yarın söze kulak verip günahlardan
sakınmaya başlayabilir. Yasakları bütünüyle terk etmese bile, onların bir
bölümünden uzaklaşarak bu sâyede çekeceği azâbı hafifletebilir. Dolayısıyla
hangi durum ve şartlar altında olursa olsun tebliğ yapmaya ve öğüt vermeye devam
etmek, bunları tamâmen terk etmekten evlâdır. Zira tebliği bütünüyle terketmek
ümit kapısını tamamen kapatmak manasına gelmektedir. Bu ise İslâm’ın yasakladığı son
derece hazin bir durumdur. Şurası açıktır ki, hiç bir mukâvemetle karşılaşmayan
fenâlıklar, daha süratli yayılır. O halde herhangi bir fenalığı ortadan
kaldırmak olabilecek olmasa bile, hızını azaltmanın önemi de göz ardı
edilmemelidir. (bk. Elmalılı, Hak Dini, IV, 2313)

Netice
şöyle oldu:

A’râf Suresi tefsiri için tıklayınız…

Ayrıca Bakınız.  A'râf Suresi 114. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

A’râf Suresi 164. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın