Ra’d Suresi 19. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Ra’d Suresi 19. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Ra’d Suresi 19. ayeti ne anlatıyor? Ra’d Suresi 19. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Ra’d Suresi 19. Ayetinin Arapçası:
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
Ra’d Suresi 19. Ayetinin Meali (Anlamı):
Rasûlüm! Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilip de buna inananla, bunu göremeyecek kadar kör olan hiç eşit olur mu? Lakin gerçek akıl sahipleri, düşünüp ders ve öğüt alır.
Ra’d Suresi 19. Ayetinin Tefsiri:
Burada
mü’min ile kâfirin durumlarını karşı karşıya geldirarak anlatan bir misal verilir.
Mü’min, Resûlullah (s.a.s.)’e indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu bilir, ona
inanır. Kâfir ise onu kabul etmez. Dolayısıyla “körlük”ten maksat, kalp
körlüğüdür. Dini bilip tanımayan kimse, kalbi kör bir kimsedir. Dinin
emirlerini ve yasaklarını bilen, bunlardan ibret ve öğüt alanlar ise gerçek,
üstün ve temiz akıl sahibi bireylerdir. Bunlar, şu mümtaz vasıflara sahiptirler:
›
Allah’ın bütün ahitlerini yerine getirirler. Bu ahitler, Allah’ın
kullarına öğrettiği tüm emir ve yasaklardır. Allah’a verdikleri kulluk sözünde
durur, tevhidi muhafaza eder ve ilâhî tâlimatların sınırları içinde bulunurlar.
Vefâsızlık edip kelimelerinden dönmez, yemin ve antlaşmalarını bozmazlar.
›
Allah’ın gözetilmesini ve yerine getirilmesini istediği konuları
gözetip yerine getirirler. İfâ edilmesi gereken her türlü hak ve hukuk bu
ifadenin muhtevasına dâhildir. Hülasa olarak onlar Allah’ın, peygamberlerin,
âlimlerin, akrabaların, komşuların, bütün mü’minlerin, zimmet ehli olan gayri
müslimlerin, bütün bireylerin, hatta bütün hayvan, bitki ve cansız varlıkların
hukukuna riâyet ederler. Çünkü yaratılmışların hakkına riâyet, Yaratan’ın
hakkına riâyet demektir.
›
Allah’ın kudret ve azameti karşısında derin bir saygı içinde
bulunur, ürperir, O’na karşı günah işlemekten çekinir ve azabından sakınırlar. اَلْخَشْيَةُ (haşyet), mü’minin hevâ heves
meydanlarında dolaşmasına mâni olan bir gem, yine onu takvâ istikâmetinde
hareket etmeye çeken bir yulardır.
›
Âhirette de kötü bir hesaba maruz kalmaktan, inceden inceye hesaba
çekilmekten ve hesap verirken kötü bir duruma düşmekten son derece korkarlar.
Allah huzurunda önceden hiç hesaba katmadıkları günahların ortaya çıkmasından
titrerler. Hesaba çekilmeden evvel, kendilerini hesaba çekerler.
Şâir
Nahîfî ne güzel söyler:
“Kâmil
odur her nefes âkıbet-endîş ola
Sonunu
fikr etmeyen sonra peşiman olur.”[1]
Anlatıldığına
göre bir vezir Zünnûn Mısrî hazretleriyle görüşmeye gider. Birlikte
otururlarken vezir şöyle der:
“-
Gece gündüz padişahın hizmetindeyim, işleriyle meşgulüm. Onun iyiliğini
bekliyorum. Lakin sonunda bana darılmasından korkuyorum. Lütfen bana himmet
ediniz, duada bulununuz.”
Zünnûn
ağlayarak şöyle karşılık verir:
“-
Eğer senin hükümdardan korkutuğun kadar ben Allah’tan korksaydım, bugün Allah
Teâlâ’nın sevdiği doğru ve içten güzel kullarından olurdum.” (Sâdi Şirâzî, Gülistan,
s. 61)
›
Sırf Allah rızâsı için zahmetlere katlanıp, hak yolunda sabır ve
sebat gösterirler.
›
Namazları hakkını vererek, âdâb ve erkânına riâyet ederek,
dosdoğru kılarlar.
›
Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızıklardan gizlice ve açıktan,
zekât ve sadaka olarak cömertçe infak ederler.
›
Kötülüğü iyilikle savarlar. Sâlih ameller işleyerek kötü amelleri
uzaklaştırırlar. Şerri hayırla bertaraf ederler. Kötü ve çirkin kelimeleri
selâmla; zulmü affetmekle; günahı tevbeyle; cahillerin saygısızlık ve
edepsizliklerini hilimle bertaraf ederler. Bir kötülük yapmak istediklerinde
ondan vazgeçer ve hemen Allah’tan mağfiret dilerler. Nitekim bir âyet-i
kerîmede: “Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir” (Hûd 11/114)
buyrulur. Peygamberimiz (s.a.s.) de: “Kötülüğün ardından hemen iyiliği
yetiştir ki onu silsin. İnsanlarla da güzel bir ahlâk ile geçin” (Tirmizî, Birr 55) tavsiyesinde bulunur. Yine
Efendimiz: “Hayır fakat hayırdan gelir. Hayır fakat hayırdan gelir. Hayır
fakat hayırdan gelir” (İbn Mâce, Fiten 18) buyurur. Bizim, “İyiliğe iyilik
her birinin kârı, kötülüğe iyilik er birinin kârı” atasözümüz, bu gerçeği
hülasa eder.
Muhammed
Lütfi (k.s.) ne güzel söyler:
“Âşık
der ki: İnci den den
İncinme
incidenden
Kemâlde
noksan imiş
İncinen
incidenden.”[2]
Hak
dostlarından İbrâhim b. Edhem (k.s.)’un şu hâli âyetin bizden istediği bu güzel
ahlâka ne güzel bir misaldir:
İbrâhim
b. Edhem Hazretleri, bir sarhoşun pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamış, bunu
niçin yaptığını soranlara da:
“–Eğer
yüce Allah’ın adını zikretmek için yaratılan dil ve ağzı bulaşık olarak
bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu…” demişti. Adam ayıldığında ona:
“–Horasan
zâhidi İbrâhim b. Edhem ağzını yıkadı…” dediler.
Bu
durumdan mahcub olan sarhoşun gönlü de uyandı ve:
“−Öyleyse
ben de tevbe ettim…” dedi.
Böyle
bir hâle vesîle olan İbrâhim b. Edhem Hazretleri’ne rüyâsında Hak katından
şöyle nidâ edildi:
“–Sen
bizim için onun ağzını yıkadın! Biz de senin için onun kalbini yıkadık!..”
İşte
sayılan bu güzel hasletlere sahip olanlar, kullukla ihya ettikleri bu dünya
yaşamının neticesinde en büyük mükâfât olan ebedi âhiret nimetine erişeceklerdir.
O nimet de şudur:
[1]Âkıbet-endîş: İşin
sonunu düşünen.
[2]Den den: Tane tane.
Kemâl: Olgunluk, ahlâkî yücelik.
Ra’d Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Ra’d Suresi 19. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/