Kuran-ı Kerim

En’âm Suresi 52. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

En’âm Suresi 52. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.

En’âm Suresi 52. ayeti ne anlatıyor? En’âm Suresi 52. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…

En’âm Suresi 52. Ayetinin Arapçası:

وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ

En’âm Suresi 52. Ayetinin Meali (Anlamı):

Sabah ve akşam yalnızca Rablerinin rızâsını dileyerek O’na dua ve ibâdet edenleri sakın yanından kovma! Çünkü ne sen onların hesabından sorumlusun, ne de onlar senin hesabından. Şu halde onları kovma ki, zâlimlerden olmayasın!

En’âm Suresi 52. Ayetinin Tefsiri:

Bu
âyet-i kerîmenin muhtevasıyla da alakalı olan bir rivayeti Habbâb (r.a.) şöyle
ifade etmektedir:

Akra‘
b. Hâbis ile Uyeyne b Hısn, Resûlullah Efendimiz’e geldiler. Onu Bilâl, Suheyb,
Ammâr, Habbâb gibi yoksul ve kimsesiz müslümanlar içinde otururken buldular.
Çevresindeki bu zayıf müslümanları hakîr görerek Efendimiz’e:

 “– Bizimle, şu yoksullerin bulunmadığı bir
ortamda konuşmanı istedik. Böylelikle bizim bunlardan üstün olduğumuz anlaşılsın.
Biliyorsun ki bize Arap kabilelerinden birtakım elçiler ve hey’etler gelir.
Onların bizi bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla, biz
gelince onları yanından uzaklaştır. Seninle işimiz bittikten sonra yine
istersen onlarla bunun bunun yanında oturabilirsin” dediler. Allah Resûlü: “Olur” buyurdu.
Onlar:

“–
Olur, demen yetmez, bunu yazılı hâle getir” dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.)
Hz. Ali’yi çağırdı, bir de yazmak için sayfa istedi. Biz bir köşede
oturuyorduk. O sırada Cibrîl (a.s.) geldi ve:

Sabah ve akşam yalnızca Rablerinin rızâsını dileyerek O’na dua ve ibâdet
edenleri sakın yanından kovma! Çünkü ne sen onların hesabından sorumlusun, ne
de onlar senin hesabından. Şu halde onları kovma ki, zâlimlerden olmayasın!”
(En‘âm 6/52) âyet-i kerîmesini ve devamındaki iki ayeti getirdi. Sonra
Efendimiz, anlaşmayı yazmak üzere eline aldığı sayfayı derhal bir kenara
bıraktı ve bizi yanına çağırdı. Huzuruna sıra geldiğinde; “Selâm sizlere, Rabbınız rahmet ve merhameti kendisine düstûr
edinmiştir
(En‘âm 6/54) diyordu. Ona
yaklaştık; hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi onun dizlerine dayadık. Bu
âyetin inmesinden sonra, biz eskiden olduğu gibi Efendimiz’in yanında oturmaya
devam ettik. Lakin o, yanımızdan kalkıp gitmek istediği zaman kalkar giderdi.
Ne zaman ki:

Sabah akşam Rablerinin rızâsını dileyerek O’na dua ve ibâdet
edenlerle birlikte olmaya candan sabret! Dünya hayâtının çekiciliğine kapılıp da
gözlerini onlardan ayırma! Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığımız, nefsânî
arzularına uyan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme!
(Kehf 18/28) âyet-i kerîmesi indi, artık böyle yapmaz oldu. Bundan sonra
biz daha titiz davranmaya başladık. Birlikte otururken vakit bir hayli geçince
Efendimiz’in rahatça kalkıp gidebilmesi için, biz erken davranır ve onun
yanından kalkardık. (İbn Mâce, Zühd 7; Taberî, Câmi‘u’l-beyân,  VII,
262-263)

Nakledildiğine göre bu son âyet inince,
Resûlullâh Efendimiz hemen kalkıp, o yoksul sahâbîlerini aramaya koyuldu ve
onları mescidin arka taraflarında Allah’ı zikrederken buldu. Bunun üzerine; “Canımı almadan önce, ümmetimden bu
insanlarla birlikte bulunmaya sabretmemi emreden Allah’a hamdolsun! Artık
hayâtım da ölümüm de sizinle birliktedir”
buyurdu. (Ebû Dâvûd, İlim 13)

Cenâb-ı
Hak burada, kibirli kimselerin ayak takımı sayıp Efendimiz’in yanından
kovulmasını istedikleri yoksul, çaresiz ve zayıf kimselerin hesaplarının fakat
Allah’a ait olduğunu; ister rızıkları ister yaptıkları işler olsun bundan
Peygamber’e düşen bir sorumluluk bulunmadığını bildirir ve onların değerini
fakat kendisinin bileceğini haber verir. Zira İslâm’a göre insanın değeri mal,
mülk, zenginlik, makam, mevki, soy sopa göre değil, iman, takvâ ve ruh yüceliğine
göredir. Âyet-i kerîmede: “Allah katında en şerefliniz, Allah’a karşı
saygısı, korkusu ve O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek
olanınızdır”
(Hucurât 49/13) buyrulur. Kâfirlerin gözünde değersiz görünse
bile, Allah katında kıymetli olan bu bireylerin kovulması son derece yanlış bir
hareket bulunacağından dolayı, böyle davranmanın -velev peygamber bile olsa-
“zâlimlik” bulunacağı ifade edilir. Çünkü zengin yahut yoksul olmak, bireylerin
tercihine bırakılmış bir durum olmayıp, mühim bir kulluk imtihanı
sorusudur:

En’âm Suresi tefsiri için tıklayınız…

Ayrıca Bakınız.  En'âm Suresi 34. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

En’âm Suresi 52. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…

Kaynak: https://www.islamveihsan.com/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın