Bakara Suresi 180. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 180. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bu paylaşımımızda siz kıymetli okurlarımız için Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Kuran Meali ve Tefsiri başlıklı konumuzu dikkatli okumanızı öneririz. Yazımızın detayın Kuran Meali ve Tefsiri ile alakalı geniş bir şekilde bilgilere sahip olacaksınız.
Bakara Suresi 180. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 180. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri…
Bakara Suresi 180. Ayetinin Arapçası:
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Bakara Suresi 180. Ayetinin Meali (Anlamı):
Birinize ölüm yaklaştığı vakit, eğer geride mal bırakıyorsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşrû bir biçimde vasiyette bulunmak size farz kılındı. Bu, takvâ sahiplerinin yerine getirmesi gereken bir borçtur.
Bakara Suresi 180. Ayetinin Tefsiri:
اَلْوَصِيَّةُ
(vasiyet) kelimesi, bir kimsenin ölmesi yahut bir yolla ortadan kaybolması
halinde, geride kalanlardan bir şey yapmalarını istemesidir. Dinî bakımdan bu
kelime kullanılış şekiline göre, “öldükten sonra malına başkasını mâlik kılmak”
yahut “öldükten sonra malında ve çocuklarının menfaatleri hususunda tasarruf
ytesirini başkasına havale etmek” mânasına gelir. Burada birinci mânada
kullanılmıştır. Yine âyetteki اَلْخَيْرُ
(hayır) kelimesi, sözlükte “faydalanılan herhangi bir şey” mânasında olup âlimlerin
ittifakıyla, “mal” demektir. Bunun, hangi miktarda bulunacağı belirtilmemekle
birlikte, en azından kendisinden vasiyet yapılacak bir miktarda olması gerekir.
Miras ayetleri
inmeden önce nâzil olan bu ayetlerde vasiyetin kimlere ve ne biçimde yapılacağı
beyân edilmektedir. Tefsirlerimizde âyetin iniş sebebiyle alakalı olarak şöyle
bir durum tespiti yapılmaktadır:
Câhiliye zamanında
insanlar, gösteriş yapmak, övülmek ve şeref sahibi olarak bilinmek için uzak
kimselere mallarını vasiyet ederler, diğer taraftan yoksul olan akrabalarını
ihmâl ederlerdi. Allah Teâlâ bu âyeti indirerek, söz konusu kimseler hakkında
vasiyette bulunmayı vâcib kılmıştır. Böylelikle insanları önceden alışkanlık
haline getirdikleri bu durumdan menedip, akraba olmayan insanlara yapılan
yardımları ana, baba ve yakın akrabaya çevirmeyi murad etmiştir. (Fahreddin
er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, V, 52)
İçtimai şartlar,
hikmet ve maslahatların gerektirdiği kadar bu âyetle amel edildikten sonra Nisâ
sûresindeki ana, baba ve diğer akrabaların mirastan alacakları payları net bir
biçimde tespit eden âyetlerle (bk. Nisâ 4/11-12) bu âyetin hükmü sınırlandırılmıştır.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de: “Allah
Teâlâ, her hak sahibine hakkını vermiştir. Artık bundan sonra vâris lehine
vasiyet yoktur” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ 6; Tirmizî, Vesâyâ 5) buyurmuştur.
Vasiyet yoluyla
verilen mallar, vasiyet edenin verdiklerine bir bağışıydı. Miras ayetleriyle,
Allah Teâlâ her hak sahibinin hakkını belirtmiştir. Şüphesiz Allah’ın verdiği,
vasiyet edenin verdiğinden daha üstündür. Durum böyle olunca, varis
olabileceklere vasiyette bulunmaya gerek kalmamıştır. Lakin isteyen, farz yahut
vacip olmamakla birlikte, vârisleri dışında kalan yakın yahut uzak diğer
şahıslara vasiyette bulunabilir. Bu yasaklanmış değildir.
Yapılan vasiyeti
duyanlar ve görenlere büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu bir emanettir ve
emanetin hakkının verilmesi gerekir. Vasiyeti değiştirmeye kalkışmak büyük bir
günahtır. Nelerin vasiyet edildiğini bilen kişi, yazarken yahut hakları
paylaşımı yaptırırken doğrusunu bile bile gerçeğe aykırı davranır; şâhit olan kişi de
yalancı şâhitlik yapmak yahut şâhitliği gizlemek sûretiyle diğerine ortaklık
ederse, büyük bir günah kazanmış olurlar. Çünkü emanete hıyânet etmiş ve dinin
emrine aykırı davranmışlardır. Suça ortak olan herkes, bunun yanı sıra günaha da
ortaktır. Lakin onların hatalı davranışları sebebiyle, vasiyette bulunan
kimseye bir vebâl söz konusu olamaz. Allah’ın her şeyi işittiğini ve bildiğini
dikkate alarak, alakalıler bu hususta dikkatli davranmak mecburiyetindedirler.
Lakin vasiyette
bulunan birinin de bilerek yahut bilmeyerek hata yapma ihtimali mevcuttur. Mesela meşrû
ve helâl olmayan bir mal, menfaat ve fiil vasiyet etmiş olabilir. Vasiyetin
dinî ve hukukî bir kısım kaidelerine uymamış, kasten yahut bilmeyerek yanlışlar
yapmış olabilir. Hâsılı hata ile yahut bile bile haktan sapıp, adâlet ve
iyilikten ayrılabilir. Bundan haberdar olan herhangi bir kimse mesela veli,
vâli, müftü, kadı yahut vâris, içten olarak bir haksızlık ve kötülüğün vuku
bulmasından korkar da, vasiyetle alakası olan kimselerin aralarını düzeltir, haksızlığın
giderilip adâletin gerçekleşmesini sağlarsa, böyle bir değiştirmede, onun
üzerine günah yoktur. Hatta böyle bir davranış, sakıncalı olmak bir yana,
müminlerin ileri gelen vazifelerinden biridir.
Allah Teâlâ’nın açıkladıği
her türlü emir ve yasaklara güzelce riayet edebilmek, fakat iyi bir takvâ eğitimi,
kalp tasfiyesi ve nefis terbiyesine bağlıdır. Bu terbiye ise sabır, nefsin
arzularını bertaraf etmek, etkili bir ibâdet, bedenî ve ruhî bir riyâzatla
gerçekleşebilir. Bunu sağlayacak amellerin başında da oruç geldiğinden devam
eden ayetlerde şöyle buyrulur:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız…
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 180. ayetinin meal karşı karşıya geldirması ve diğer ayetler için tıklayınız…
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/